Ben kırmızı başlıklı kızım.
Masal dünyasının en saftirik kahramanı. Ninesiyle, kurdu ayırt edemeyip,
oran buran neden büyük diye sorarken yem olan şapşal kız.
Oysa ninemin epilasyona gitmeyi unutmadığını, burnunun ve ağzının
estetikten devleşmediğini bal gibi biliyorum. Sadece belki bu defa beni yemez
diye manasız bir iyi niyet var içimde. Fakat Masallar hep aynı sonla bitmek
zorunda öyle değil mi?
Üzüntü desem değil. Bir insanı sadece sevdikleri üzmeyi becerebilir
gerisi teferruattır diyorum. Kızgınlık..? Belki biraz öfke ama o da tanımlamaya
yetmez. Şaşkınlık hiç değil. Yapar mı yapar dediğin noktada neden şaşırasın ki
olana bitene. Devasa, tuhaf bir boşluk ve hafif bir baş dönmesi. İşte bu
sanırım hayal kırıklığının tam olarak hissediliş biçimi.
Geçenlerde insanlar sizi hayal kırıklığına uğratmaz sadece siz yanlış insanlar
üzerine hayal kurarsınız demiş biri bir yerlerde. Peki başka türlü hayata karşı
motivasyonu yüksek tutmayı, olaylara ve insanlara sevgi ile yaklaşabilmeyi,
umutlar yeşertebilmeyi nasıl becerebiliriz? Herkese kuşku ve ön yargı ile
bakarak yaşayabilir miyiz? İyi niyetten maraz doğar diyorlar. Doğduğu oluyor
bazen ama yine de zerre kadar iyilik için değmez mi güven duymaya?
Üstelik deneyip yanıldıkça daha az sarsılıyor insan. Hayatta mükemmel dengeler
olmadığını kabullendiğinde fark ediyorsun ki sevdiğin kadar sevilmeyebilir,
desteklediğin kadar desteklenmeyebilir ve parmak ucunda yürüyüp karıncayı
incitmemeye çalışırken kafana balyoz yiyebilirsin.
Bazen ben de kendi kendime kızıp, vakti zamanında iyi halt etmişsin, şimdi
karşılığını aldın sanki diye söylensem de değişmeyeceğimi biliyorum. Üstelik bu
işin en kötü tarafı. Başkasının yanlışları yüzünden kendi doğrularını
sorgulamak. Yanlışın kışkırtmasıyla geçmiş doğruları yargılamak.
Parmağımı karyolanın başlığına sürtüp, işte buraya yazıyorum, elbet gün
olur devran döner diyorum. Parmağın nemli izi uçup gitmeden olanı biteni
unutup, bir şans daha vermek için kendi kendimi ikna edeceğimi bile bile...