7 Aralık 2012 Cuma

KIRGINLIKLAR ÜZERİNE

  
Ben kırmızı başlıklı kızım.
Masal dünyasının en saftirik kahramanı. Ninesiyle, kurdu ayırt edemeyip, oran buran neden büyük diye sorarken yem olan şapşal kız.
Oysa ninemin epilasyona gitmeyi unutmadığını, burnunun ve ağzının estetikten devleşmediğini bal gibi biliyorum. Sadece belki bu defa beni yemez diye manasız bir iyi niyet var içimde. Fakat Masallar hep aynı sonla bitmek zorunda öyle değil mi?
Üzüntü desem değil. Bir insanı sadece sevdikleri üzmeyi becerebilir gerisi teferruattır diyorum. Kızgınlık..? Belki biraz öfke ama o da tanımlamaya yetmez. Şaşkınlık hiç değil. Yapar mı yapar dediğin noktada neden şaşırasın ki olana bitene. Devasa, tuhaf bir boşluk ve hafif bir baş dönmesi. İşte bu sanırım hayal kırıklığının tam olarak hissediliş biçimi.
Geçenlerde insanlar sizi hayal kırıklığına uğratmaz sadece siz yanlış insanlar üzerine hayal kurarsınız demiş biri bir yerlerde. Peki başka türlü hayata karşı motivasyonu yüksek tutmayı, olaylara ve insanlara sevgi ile yaklaşabilmeyi, umutlar yeşertebilmeyi nasıl becerebiliriz? Herkese kuşku ve ön yargı ile bakarak yaşayabilir miyiz? İyi niyetten maraz doğar diyorlar. Doğduğu oluyor bazen ama yine de zerre kadar iyilik için değmez mi güven duymaya?
Üstelik deneyip yanıldıkça daha az sarsılıyor insan. Hayatta mükemmel dengeler olmadığını kabullendiğinde fark ediyorsun ki sevdiğin kadar sevilmeyebilir, desteklediğin kadar desteklenmeyebilir ve parmak ucunda yürüyüp karıncayı incitmemeye çalışırken kafana balyoz yiyebilirsin.
Bazen ben de kendi kendime kızıp, vakti zamanında iyi halt etmişsin, şimdi karşılığını aldın sanki diye söylensem de değişmeyeceğimi biliyorum. Üstelik bu işin en kötü tarafı. Başkasının yanlışları yüzünden kendi doğrularını sorgulamak. Yanlışın kışkırtmasıyla geçmiş doğruları yargılamak.
Parmağımı karyolanın başlığına sürtüp, işte buraya yazıyorum, elbet gün olur devran döner diyorum. Parmağın nemli izi uçup gitmeden olanı biteni unutup, bir şans daha vermek için kendi kendimi ikna edeceğimi bile bile...