"Genelde yazılarımda teşekkürlerimi hep en sona saklıyorum.Bu defa en baştan söylemek istedim.Misafirperverliği ile harika bir hafta sonu geçirmemizi sağlayan ve bu yazıyı yazmama vesile olan,dünyanın en rahat şişme yatağına sahip çifti Deniz ve Anıl'a teşekkürlerimle..."
Kırmızı kadife ile kaplı duvarlar.Duvarda asılı abajurlar ve kenarları büyük kristallerle süslenmiş kocaman simsiyah bir piyano.Yüksek bar sandalyeleri üzerinde,piyanoya yaslanmış,solistin puslu sesinden yayılan melodilere kendini kaptırmış üç kadın...
Tartışmasız, hayatımda yaptığım en keyfili kaçamaklardan biri.Kadınlar günü bahanesiyle sevgili Pınar ile birlikte ver elini özgürlükler şehri Amsterdam!
Burda olmayı seviyorum.Tüm çılgınlığına,sınır tanımazlığına karşın tuhaf bir şekilde sakin,huzurlu ve insanı kendine çeken bir şehir. Burada insanın ruh hali de Amsterdam’ın muhtelif bölgeleri gibi bir coşup yükseliyor , bir sakinleşip dinginleşiyor.Uyuşturucu,seks,kültür,sanat,eğlence,sükunet ne ararsanız var.
Bu sefer çok fazla müze gezmek niyetinde değildik açıkçası.Ben daha önce Anne Frank House'a gitmiştim.Pınar da bal mumu müzesini görmüş.Van Gogh derseniz şu anda İstanbul'da bir Van Gogh sergisi var ve ben henüz onu bile ziyaret edebilmiş değilim.Vakit de kısıtlı olunca sadece Amsterdam History müzesi kafi olur dedik.
1200’lü yıllardan başlayıp günümüze kadar Amsterdam’ın geçmişini çok hoş bir sunumla,kısa videolar ve ilginç ilisturasyonlarla renklendiren kesinlikle görülesi bir müze.Bataklığın içine dikilen 12 mt.boyundaki binlerce kazıkla yaratılan bir şehrin hikayesi.Hollandalıların ‘Biz toprağımızı kanla değil terle kazandık”sözü bu müzeyi görünce daha da anlam kazanıyor.Burada ilgi çeken en önemli detaylardan biri 13.yy.da Amsterdam nüfusu 1.000,Londra nüfusu 40.000 iken Constantinapolis nüfusunun 450.000 olması!Her dönemde dünyanın en büyük şehirlerinden biriymiş İstanbul.
“ within these walls let no one be stranger”
English Reformed Church |
Kültüre bulanıp , huzura erdikten sonraki durağımız genelevleri ile meşhur Red Light sokağı.Küçük pencereler içinde yarı çıplak müşteri bekleyen hayat kadınlarının ve bin bir türlü erotik show sunan tiyatroların önünden geçip kendimize uygun bir coffeshop arıyoruz.Kulağa çok tuhaf geldiğini biliyorum ama Amsterdam’da bütün bunlar gündelik hayatın bir parçası.Red Light o kadar turistik bir yer ki,etrafta gezinen pusetli kadınlara bile rastlamak mümkün.Erotik tiyatrolara gelince,Moulin Rouge ve Casa Rossa en bilindikleri.Emin olun , yanınızdaki 60 yaşındaki Çinli amcayı ya da Avrupa'nın kim bilir neresinden gelmiş izleyici teyzeleri görünce o show erotik bir show olmaktan ziyade gayet eğlenceli bir sahne gösterisine dönüşüyor.İki içki dahil 25-30 eu'ya merakınızı giderebilirsiniz.
“Deneyimlemek ve keyif almak” felsefem gereğince kalabalık olmayan bir coffeshopa uğramak ve Pınar’ı da bu suça ortak etmek istiyorum.Nihayet Red Light çıkışında çok da işlek olmayan bir yerde bir coffeshop bulup oturuyoruz.Gerisi malumunuz ; nerde kalmıştık efendim dünya gaz ve toz bulutu muydu neydi! Özendirici olmaması adına detaylara girmiyorum lakin unutmayın burası Amsterdam,özgürlükler başkenti!
Amsterdam’da bağımlılık yaratmayan marihuana ve uyuşturucu etkisi olan zehirli mantar serbest.Ne ilginçtir ki kapalı mekanlarda sigara içilmesi yasakken , içinde kimyasal madde bulundurmaması ve saf tütün olması itibariyle marihuana serbest.Dumanı diğer insanlara zarar verici nitelikte değilmiş.Hayal gücüm geniş olduğu ve başıma ne gelebileceğini kestiremediğim için mantar denemedim.”deneyimleme”konusunda almam gereken biraz daha yol var sanırım.
Coffeshoptan çıkınca tatlı da tatlı diye tutturuyorum,acilen bir şeyler yemem lazım karnımın gurultusu İstanbul’dan duyuluyor! Şu anda nerde olduğunu tam anımsayamadığım hoş ve loş görünen bir cafede hayatımda içtiğim –belki de o an bana öyle gelen- en lezzetli sıcak çikolatayı yuvarlayıp hoooop gerçek hayata geri dönüyorum.
Akşam yemeği için sevgili Deniz ve Anıl şahane bir yer ayarlamış.İsmini anımsayamıyorum ama Aslı’nın deyimi ile “Ahşap bir barın etrafına oturup kuzu kemiren ve içki içen sosyal insanlar lokantası” diyebiliriz.Sarımsaklı tereyağı sosunda pişmiş salyangozun üzerine küçük bir kuzunun ön iki kolunu yuvarlayıveriyoruz.Aman allahım o ne lezzet.Aşçının arada bir gelip ortamda turlaması ve insanların nezaketen birbirine içki ısmarlaması çok hoş.Yine de siz siz olun üzerinde bir kurum ya da kuruluşa ait büyük bir ibare bulunan bir kıyafet ile gitmeyin Amsterdam’a. Kiminle nerede rastlaşacağınız belli olmaz...
Ertesi gün , bu defa Amsterdam’ı Deniz’in rehberliğinde gezmeye başlıyoruz.Kanallar,köprüler,meydanlar,enfes kahveler,Dutch stili içinde koskoca meyve parçaları olan kekler,kremalı sıcak çikolatalar,daha neler neler...Amsterdam’da zaman dursun istiyor insan. İkinci el eşyalar satan dükkanlara da bayıldım.Zamanım olsa bütün bir günümü her türlü ıvır zıvırı karıştırıp,deneyip çıkartıp buralarda geçirebilirdim.
Bütün bir gün,o köprü senin bu kanal benim gezdikten sonra Dam meydanının hemen arkasındaki dar bir sokakta , 400 yıldan fazladır geleneksel Hollanda içkisi genever satan Wijnand Fockink’e gidiyoruz.Ufacık bir dükkan, içi tıka basa insan dolu.Vefa bozacısına benziyor , sadece tek bir içecekle 400 yıldır,aynı yerde aynı gelenekle satış yapıyor.Genever bir çeşit likör ,içine istediğiniz aromayı ekliyorlar.Ben tatlı içkileri sevmediğim için limonlu içtim gayet güzeldi,tavsiye ederim.
Ve Amsterdam’da son akşam...
Seaweed Salad |
Teppanyaki Nippon Amsterdam |
Bugün yine kalkıp amsterdam’a gidecek olsam , bir akşam yemeği için mutlaka ve mutlaka uğrayacağım bir lokanta : Teppayaki Nippon! Sevimli bir Japon şef masanın ortasındaki kızgın zeminde seçtiğimiz yemekleri pişiriyor.İzlemesi de yemesi de ayrı keyif.Bu süper seçim için Deniz’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.Tabakta kalan lokmaları paylaşmak da gecemize ayrı bir heyecan kattı.Yemeklerin ziyan olmasını önlemek için ilginç bir uygulama var.Sipariş verilip de bitirilmeyen yemekler için hesaba 1 EU ekleniyor.Çocukken annemin tepemde dikilip "tabakta bir lokma bile kalmayacak" deyişi geliyor aklıma.Aynı stresle tabakta kalanları birbirimize itelemeye çalışıyoruz :) En sonunda eeeh diyorum neyse farkı verelim de zorla yemeyelim yahu!Başta tuhaf gelen ama düşününce açgözlülüğü önleyen ve yiyebileceğin kadar sipariş et prensibini zorla da olsa benimseten mantıklı bir uygulama.
Amsterdam'da son akşam yemeğimizi böylesine keyifli kılan sadece yemeğin lezzeti,sunumun hoşluğu değil tabi...
On yedi sene evvel yatılı bir okulun devasa koridorlarında tanışan,geceleri gizli gizli "Lal" dinleyen üç kadın Amsterdam'da bir araya gelince konuşacak çok şey oluyor.Zaman geçmiş,köprülerin altından nice sular akmış,kimileri belli belirsiz izler bırakıp gelip geçmiş kimileri orda bir yerlerde hep var olmuş.Bana sorarsanız olgunlaşmış gibi görünsek de hiç büyümemişiz.Hepimizin hayalleri,geleceğe dair beklentileri,hevesleri ayrı.Her birimiz farklı bir fantezi peşindeyiz...
Nippon'dan çıkıp The Sopranos barda alıyoruz soluğu.İçerisi fazla kalabalık değil.Loş bir aydınlatma ve piyano başında hayranlık uyandıran bir solist.Son gecenin kasveti üzerimize çökmeden hoş beş edip geceye enfes bir nokta daha koyuyoruz.
Ertesi sabah dönüş vakti gelip çatıyor.Kanal manzaralı bir kahvaltıdan sonra , ufacık tefecik içi dolu turşucuk tadında küçük bir alışverişin ardından kırk yıl hatrı olan kahvelerimizi yudumluyor ve Deniz'e,çiçek pazarına,Amsterdam'a veda edip,özleyenlerin ve özlenenlerin şehrine geri dönmek üzere yola koyuluyoruz.Yine buluşmaya, farklı bir şehirde farklı bir maceraya yelken açmaya söz vererek...
İşte Amsterdam ile ilgili hayatınızı kolaylaştırıp vakit kazandıracak detaylar;
- Şehri keşfetmeye tren istasyonuna dik uzanan en büyük cadde Damrak ile başlayabilirsiniz.Bu caddenin sağ tarafında ona paralel uzanan,pek çok dükkanın bulunduğu nieuwendjik caddesi ve sol tarafında red light district bulunuyor.
- Yürüyerek gezilebilecek kadar küçük bir şehir esasında ama hava şartları müsaitse yerel halkın yaptığı gibi bisiklet kiralayıp hoşça vakit geçirebilirsiniz.Mümkün olduğunca şehirde araba kullanmayın.Otopark bulması hem çok zor hem de çok pahalı haberiniz olsun.
- Müzeler konusunda oldukça tatmin edici bir şehir.Heineken müzesinde biranın imalat aşamalarını görebilir üstelik hemen oracıkta tadına bakabilirsiniz.Van Gogh,Amsterdam History,ilginizi çekiyorsa Damrak caddesi üzerindeki bal mumu heykel müzesini,yahudi müzesini,2.dünya savaşı sırasında Amsterdam'da ailesi ile birlikte gizli bir bölmede iki yıl yaşamış olan Anne Frank adlı talihsiz kızın saklandığı ev olan Anne Frank Huis'i ve hatta dövme-seks müzelerini gezebilirsiniz.
- Benim gibi eski eşyalara meraklıysanız Waterlooplein bölgesindeki ikinci el dükkanları es geçmemenizi öneririm.
- Çok turistik olacak biliyorum ama gitmişken bir kanal turu yapıp Amsterdam'ı farklı bir açıdan izlemeyi de ihmal etmeyin.Fazla vaktinizi almayan , en fazla 90 dk. süren keyfili bir tur.Hepi topu 10 eu ödeyerek şehrin pek çok bölgesini görebiliyorsunuz.
- Yemek konusuna gelince: Atıştırmak için sıklıkla rastlayabileceğiniz patates kızartması satan dükkanlar var.Kocaman bir külahta üzerine çeşitli soslar dökülen patatesler oldukça lezzetli.Hem gezip hem bir öğünü geçiştirebilirsiniz.Şehirde hemen hemen tüm dünya mutfakları mevcut.İtalyan,Çin,Japon,Mexica.Zorlanmadan damak zevkinize göre bir yer bulabilirsiniz.Çok methederek anlattığım Japon lokantasının linkini de buyrunuz : http://www.teppanyakinippon.nl/
- Gece hayatına ilişkin her türlü alternatifi bulabilirsiniz.İlginç kokteyllere ve lezzetli yemeklere sahip Werck http://www.werck.nl/contact/ ,dingin bir gece vadeden The Sopranos Piano Bar http://www.sopranospianobar.nl/ ve çılgın bir gece için Escape bir kaç hoş öneri olabilir :) http://www.escape.nl/
- Mazhar Alanson'un sevgilisine sarı laleler aldığı çiçek pazarı için beklentinizi yüksek tutmayın.Kanal boyunca sıralanmış çiçekçilerden oluşan yaklaşık 200-300 mt.boyunca uzanan küçük bir pazar.
- Son olarak bildiğiniz keklerden çok farklı olan koskocaman içi meyve dolu havuçlu ya da elmalı keklerden tatmayı unutmayın.
Redlight District |
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder