Bu hafta başıma gelen en güzel şey ; Leonidas Micropoulos!
Yoğun ve kasvetli bir dönemin ardından tam da kafamı dağıtacak bir şeyler lazım derken bir anda karşıma çıkıverdi.Günlerdir ve gecelerdir sosyal paylaşım sitesindeki albümlerini talan edip,tüm yorumları noktası virgülüne okuyorum.Suyun iki yakasında,farklı pencerelerden karşı yakaya bakıp iç çeken insanların anılarını yad ettikleri,buram buram özlem kokan fotoğraflar...
Bazı fotoğraflara baktığımda derin bir hüzün kaplıyor her yanımı.İnsanın doğup büyüdüğü ,ilk okul,ilk aşk ve daha nice ilkleri yaşadığı bir şehirden ve köklerinden kopartılması ne acı.Önce Rum bir ailenin mahremine misafir oluyorum.Kırklı yılların İstanbul'u.Şık ve görgü sahibi hanımlar beyler çocuklarıyla birlikle gülümsüyorlar objektife.Bir karede süslü bir yılbaşı ağacının etrafındalar,bir başkasında bir vaftiz töreninde.İstanbul sahillerinde kadınlı erkekli denize girilebilen,geceleri gazinolarda eğlenilen,Beyoğlu'nda en müstesna kıyafetler ile salınilan ve etnik ayrımcılık olmaksızın dostça yaşanıp gidilen yıllar. İstanbul'un İstanbul olduğu zamanlar.Her bir fotoğrafa o ana ait yaşanmışlığı olan birileri yorum yapmış.Kimi bizim sokağın köşesi demiş,kimi sokaktaki bakkaliyeyi anımsayan var mı diye sormuş.Her şeyin belli bir adaba göre yapıldığıni dogrulayan,şimdilerde biz de İstanbul'da mı yaşıyoruz dedirten fotoğraflar.
Derken sıra utanç karelerini barındıran albüme geliyor.6-7 Eylül talanından kareler dehset verici.Yüzyıllar boyu aynı mahallede barış içinde yaşamış,paskalyayı ,şeker bayramını,hanuka'yı birlikte kutlamış halkları bir anda birbirinden kopartıp atan lanetli gece.Dahası binlerce yıldır İstanbul'da kök salmış toplumları aynı dili konuşsalar da aslında çok da yabancı oldukları belki de daha önce hiç görmedikleri bir memlekete gitmeye mecbur eden sancılı süreç.Evini barkını,dostlarını bırakıp,İstanbul'a dair ne varsa bir bir valizlerine yerleştirip, göz yaşlarıyla giden ve ömür boyu derin bir özlemle yaşayan bizim insanlarımızın hikayesi.Selanik mübadili olan baba tarafımı ya da Girit göçmeni dostlarımı düşündüğümde hep aynı senaryo diyorum.Aynı sürgün ve yabancılaşma hissi.Değişen tek şey tarihler ve sahnedeki aktörler.Devletler savaş açar,antlaşma yapar ya da bütün bunlardan bağımsız başka bir devlete gözdağı vermek ister.Her durumda memleketinden kopartilip atilan cazalandırılan halklardır.Beyoğlu'nun eski ihtişamını kaybetmesi de;o tarihlerde şehri terkedenlerin yerine yağmaya çanak tutan çapulcuların hakimiyetine girmesiyle başlıyor .Yakın zamana kadar Cihangir civarında sahipsiz olup,işgal edilen binaların sayısının iki yüzün üzerinde olduğu söyleniyordu.Onlarca yıldır kim bilir kim tarafından işgal edilmiş,tinerci ayyaş yuvası haline gelmiş tarihi binalar.Nerden bakarsanız bakın içler acısı.Yalnızca azınlıklara degil -ki bu sözcükten hiç hoşlanmıyorum-İstanbullu'nun sosyal hayatına yapılmış saldırının faturasını bugun halen ödemeye devam ediyoruz.Eskiden olduğu gibi canım istanbul un sahillerinde denize giremiyor,Beyoğlu'nda sözlü ve fiziksel tacize uğrama endişesi olmadan salinamiyorsak bunda 6-7 Eylül'de ekilen barbarlik tohumlarının ve İstanbul'a sarip sarmalayan yagmaci zihniyetin payı büyüktür.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder