Nişantaşı'ndan Taksim'e doğru yürüyorum. İpini kopartmış bir uçurtma gibiyim. Nereye gideceğimi bilmeden, şehrin ritmine kapılmış sürükleniyorum. Kafam dağınık, hem de çok..Harbiye'de dükkanların vitrinlerine boş boş bakıp, Kenter Tiyatrosu'nun kapalı gişesine dalıyorum uzun uzun. Sebepsizce..Müşfik Kenter'in siyah beyaz bir karede gülümseyen gözleri hüzünlendiriyor beni.
Kısa bir süre sonra Ankara'dan bir ses geliyor. Tam da zamanında! O kadar iyi geliyor ki o kadar olur. Telefonun diğer ucunda tuşlara dokunan biri aynen şöyle diyor :
" Kızılay'da boş boş geziyorum, kafesinden kurtulmuş kuş gibi"
Onun adına çok sevinirken kendi adıma özeniyorum. "Kafesinden kurtulmak" kulağa hoş geliyor doğrusu.
Bir kaç dakika içinde Kızılay üzerinden Karşıyaka'ya, Beyoğlu üzerinden Midilli'ye gidip geliyorum.Burnumun ucuna fırınlanmış palamut ve keskin bir yakut kokusu gelip oturuveriyor. Yakut,öğrencilik yıllarında tacımın en kıymetli mücevheriydi diyerek yine beni benden alıyor.
Kafamda onlarca soru işareti, içimde yerli yersiz bir sıkıntı ile yürümeye devam edip bir taraftan da telefonumu kurcalarken "ağda 2 tl" yazan bir vitrinle burun buruna geldiğimde kaybolduğumu anlıyorum. Dalgınlıkla sürüklenirken Tepebaşı'nın arka sokaklarına geldiğimi fark edememişim. Ara Güler'in fotoğraflarındaki gibi, karşılıklı ahşap evlerden birbirine çamaşır iplerinin uzandığı bir sokağın tam da orta yerindeyim. Bunca yıllık İstanbulluyum ilk kez bu kadar tedirgin oluyorum. Ensemden sırtıma doğru soğuk bir ter damlası iniveriyor. Ürküyorum. Sokak dar, sağlı sollu binalar üzerime yıkılıverecekmiş gibi. Yağmur yağmıyor ama yerler ıslak. Etrafta kimsecikler yok. Hangi yöne doğru koşarsam yönümü daha hızlı bulabilirim diye düşünürken ana caddeye dik bir başka sokağa girip arkama bile bakmadan ilerliyorum. Bu hafta başıma gelenlere bir de darp, gasp ya da kaçırılma gibi bir vukuat eklemeye hiç niyetim yok.
Uzun zamandır bu kadar dalgın olduğumu, en azından yolumu yönümü kaybettiğimi anımsamıyorum. Demek ki sahiden de son zamanların kasveti çökmüş üzerime. Yine de geçen sekiz ayın hatırına, bütün seneye haksızlık etmemek gerek. Sene başındaki dilekler listesine atılan her bir çentik yeni maceralar, yeni keşifler demekti. Şimdi de sıra biraz durup beklemekte belki, kim bilir.
Aslında fazla söze de gerek yok. Malumunuz "eylül"işte...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder