29 Nisan 2012 Pazar

BANGKOK&PATTAYA



Renkli,egzotik,sıcak ve pornografik bir destinasyon...Tayland.

Seyahatten sadece iki gün önce hayatımda hiç olmadığım kadar kötü bir şekilde hastalandım.Geçirdiğim yoğun günler ve sürekli ordan oraya koşturmak bağışıklık sistemimi çökertmiş.Bedenimin günün birinde ben de burdayım biraz özen lütfen diye S.O.S vermesine şaşırmamak lazım.Fakat zamanlama sahiden de çok kötü oldu.Uçuşa bir gün kala ateşler içinde yanıyorum.Üstelik parmağımı bile oynatacak halim yok.Bu bir kabus olmalı.Yıllar sonra ilk kez antibiyotik alıp avuç avuç ilaç yutuyorum.Dahası eş zamanlı olarak kulaklarım tıkalı,boğazım alev topu gibi,burnumdan nefes alamıyorum ve midem bulanıyor.Ölsem daha iyi diye düşünüyorum o derece!Uçuş günü havalimanında kafamda koca bir kazanla geziyor gibiyim.Maalesef aylar önceden planlı bu tatili ertelemek gibi bir lüksüm de yok.Bütün umudum uçakta iyice dinlenip ertesi güne daha iyi başlıyor olmak.Ne de olsa az buz değil 10 saatlik bir uçuş.Bir taraftan da kulaklarım tıkalı olduğu için iniş ve kalkışta basınçtan kulaklarımda oluşacak ağrının telaşını yaşıyorum.İşte bu şartlar altında başlayan bir yolculuk.

Neyse ki uçuş korktuğum kadar kötü değildi.Bangkok’a indiğimizde çok daha iyi hissediyordum.Havalimanında boynumuza takılan çiçeklerin üzerindeki kocaman yeşil tırtılı saymazsak Tayland macerama iyi bir başlangıç yaptığımı söyleyebilirim.

Gezimize genel bir Bangkok turu ile başlıyoruz.Ünlü tapınaklar,altın buda ve nihayet en çok ihtiyacım olan şey,şahane bir masaj seansı!Bangkok'taki en bilinen Spa merkezlerinden birinde tam tamına iki saat boyunca Thai masajının kollarına bırakıyorum kendimi.Bildiğimizin aksine masajdan önce ince pamuklu kumaştan yapılmış özel bir kıyafet giydiriyorlar.Ovalamak yerine sinir uçlarına baskı yapılması suretiyle uygulanan bir masaj tekniği olduğu için bedenin çıplak olması gerekmiyor.Masajın da etkisiyle ben ertesi gün neredeyse 24 saat uyuyup odadan burnumu bile çıkartmazken Bangkok çoktan  keşfedilmiş,metro güzergahları belirlenmiş, bir sonraki gece için planlar yapılmış bile...

Akşam yemeği için “Sea Food Market” isimli ilginç bir restauranta gidiyoruz.Sloganı “Eğer yüzüyorsa bizde vardır”. İçinde yemek masaları olan kocaman bir süpermarkete benziyor.Alış veriş sepetine tezgahlarda duran deniz ürünlerinden ve salata malzemelerinden doldurup pişirilmesi için mutfağa gönderiyoruz.Oldukça enteresan bir sistem.Fakat çok net söyleyebilirim ki slogan ve konseptten öte bir şey yok.Öyle dünyevi çeşit deniz mahsulü göremiyorum,okyanusa özgü balıklar son derece lezzetsiz,bizim lüferimizin,levreğimizin yanından bile geçemez.Karides ve kalamar güzel.Bizim gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşayanlar için bu da çok ekstra bir durum değil.Kısacası öyle dehşet lezzetli bir akşam yemeği yediğimi söyleyemem.
Yüzen Pazar/Bangkok
Bir sonraki gün Bangkok’da görülmesi gereken yerlerin en başında yer alan yüzen pazara gidiyoruz.Kano benzeri araçlarla oldukça otantik bir yolculukla ulaşılan,ahşap kayıklardan satış yapılan bir su üstü pazarı.Hayatımda görmediğim meyveler,rengarenk tezgahlar büyüleyici.Hemen manav görünümündeki bir kanoya yanaşıp ilk kez rastlaştığımız meyvelerden birer ikişer alıp tatlarına bakıyoruz.Kaç gündür iştahtan eser olmadığı için açlıktan da bitkin düşmüş vaziyetteyim.Bu yüzden meyveler ilaç gibi geliyor.Sıcağın altında sulu tatlı tropik meyveler bütün bir tatil boyunca yediğim en güzel şey!

Buradan otobüsle şehir merkezine geri dönüp kanal turuna başlıyoruz.Bangkok şehrinde kralın yaptırdığı küçük kanallara girip , etraftaki geleneksel evleri,kıyıdan suya doğru sallanan mango –muz ağaçlarını seyretmek çok keyifli.Tapınakların önünde balık avlanması yasak olduğu için buralar tam bir balık yuvası haline gelmiş.Suya  birazcık ekmek ufalayınca koskocaman kedi balıkları suyun üzerine kadar çıkıp ekmeği kapışıyorlar.Harika bir manzara.Hiç bu kadar büyük balığı bir arada görmemiştim.Kanal boyunca ilerlerken budist okulunun bahçesinden el sallayan minik budist rahipler de gülümsetiyor bizi..Çocuk her yerde çocuk işte.

Yaklaşık bir saat süren bir tekne turundan sonra yılan çiftliğine yanaşıyoruz.Yılandan herkes korkar fakat daha önce kendileriyle tanışma fırsatına erişmediğim için yılan fobim olduğunu bilmiyordum!Koskocaman bir piton yılanını boynuna dolamış bir adam duruyor tam karşımda.İşte o an olduğum yerde donakalıyorum.Ne yanından ne de yakınından geçebilmem mümkün değil.Mahlukatı boynuna sarıp fotoğraf çektirmek isteyen turistlerin çokluğu ağzımın açık kalmasına sebep oluyor.Fakat halen kımıldayamıyorum,olduğum yerde kalakalmış vaziyetteyim.Tüm ısrarlara rağmen hayvanın yanından süzülüp çiftliğin içine giremiyorum.Elimde değil,deniyorum ama yapamıyorum.En sonunda bir başka bahçenin içinde geçip çiftliğe girebiliyorum.Orada da durum benim açımdan çok iç açıcı değil.Kafeslerin içi çeşit türlü yılanlarla dolu.Ortada gelişigüzel oluşturulmuş bir sahnede yılan gösterisi yapılacağı için herkes ön taraflarda yer kapma telaşında.Bense en arka sırada,oturmaya bile cesaret edemeyip her an kaçabilecekmiş bir pozisyonda gösteriyi bekliyorum.Bir kaç tane zehirli yılanla çeşit türlü gösteriler yapıp sonunda da hayvanları seyirci ile buluşturuyorlar!İnsanların zavallı yılanlara dokunmak,mıncıklamak için ne kadar hevesli olduğunu anlatamam.Bir an önce,mümkünse koşar adımlarla burayı terk etmek istiyorum.

Gece “Hangover 2” filmine sahne olan Bangkok’un en yüksek binasının tepesinde konumlanmış Sky Lounge barına gidiyoruz.Manzara muazzam.Bir kaç keyifli saatten sonra Chao Phraya nehrinin kıyısında bulunan otelimize geri dönüyoruz.Tabi bu o kadar kolay olmuyor.Yolu bir türlü bulamayan ve ingilizce anlayıp anlamadığını çözemediğimiz,her söylediğimiz şeye sadece gülümseyen şoförün bizi otele bırakması epeyce zaman alıyor.Tabi Bangok’un korkunç trafiği de cabası.

Sky Lounge / Bangkok

Üçüncü günümüz Bangok şehir merkezinde etrafı turlamakla geçiyor.Syam Paragon AVM muazzam bir yer.İçindeki markalar,yemek molü ve envai çeşit ürün barındıran hipermarketi görülmeye değer.Gece için bu defa durağımız gece pazarı olarak ünlenmiş Patbong.Bizim Mahmutpaşa'nın  ışıklandırılmış hali gibi.Sahte saat , çanta ıvır zıvır satan tezgahların arasında , sıcakta kalabalıkla sürüklenerek gezilebilecek bir yer.Açıkçası neden bu kadar meşhur olduğu da hala kafamda kocaman bir soru işareti.Pazarın iki tarafında,önünde iç çamaşırlı kızların beklediği,ellerinde sahne şovlarını gösteren kataloglar olan adamların sizi içeri çağırdığı bir sürü gece kulübü var.Bir an için acaba girsek mi dediysek de ortamın çok güvenli olup olmadığını kestiremediğim için tereddüt ettim.Ne de olsa burası Amsterdam değil,ertesi sabah nerede uyanacağımdan emin olmak isterim :)
Alcazar Show/Pattaya
Bangok’da geçirdiğimiz üç günün üzerine,ver elini Pattaya.Pattaya için söylenebilecek ilk şey burada fuhuşun son derece normal bir aktivite olması ve dünyanın dört bir yanından gelen orta yaş üzeri erkeklerin daha çok ergenlik dönemi vücut silüetine sahip Asya’lı kadınlar için burda olduğu.Koca koca adamların yanında ufacık tefecik kadınlar...Hele Türklerle rastlaşırsanız durum daha da fena.Bir süre sonra olağan dışı bu durum yerel şartlara göre olağan kabul edilse de söz konusu olan on saatlik yolu sadece bunun için gelmiş Türk erkekleri olunca işin rengi biraz değişiyor.Kimin ne yaşadığını ya da yaşamadığını bilemeyiz fakat gecelik bir kaç yüz bahta kiralanan bedenler ile övünüyor ve ballandırarak anlatıyor olmak sadece bizim ırka mı mahsus işte ben en çok onu merak ediyorum.Bir kadın olarak Slav ırkının ya da latin kadınların baştan çıkartan güzelliği karşısında saygıyla eğiliyor ve bir şekilde farklılık arayışını anlayabiliyorum.Ama Tayland’da gerçekten estetik anlamda güzellikten bahsedebilmek çok zor üstelik aids oranında dünya sıralamasında lider durumdalar!Daha önce buraya gelenlerin tursitlere yaptığı uyarı da durumu özetliyor."Çirkin olanları tercih edin  çünkü güzel olanlar kadın değil" .Tayland transseksüel nüfusun oldukça yoğun olduğu bir ülke ve gerçekten bazıları ayırdedilemeyecek kadar mükemmel.Dünyanın en ünlü kabarelerinden Alcazar showda sahneye çıkanların tamamı travesti fakat bunu bilmeyerek içeri girseniz asla fark edemezsiniz.Üstelik yahu bu memlekette bu kadar güzel hatunlar da var mıymış diye şaşırırsınız.Alcazar show mutlaka ve mutlaka görülmeye değer bir kabare.Yer bulabilmek de oldukça zor.Kıyafetler,sahne dekorları ve performanslar çok iyi.
Mercan Adası/Pattaya
Pattaya bir sahil beldesi olmasına rağmen sahilinden denize girmek pek tavsiye edilmiyor.Zaten denizin rengi de pek iç açıcı değil.Otelimizin sahilinden bizi alan bir sürat teknesi deniz ve güneşin tadını çıkartmak için yaklaşık otuz dakikalık bir yolculuğun ardından bizi Mercan Adası’na bırakıyor.Sahil kıyısındaki şezlongları ve küçük ahşap lokantayı saymazsak tam “survivor”adası tadında bir yer.Kıyı kesimi bembeyaz bir kumsal ve arkası sahile doğru uzanan yemyeşil ağaçlarla kaplı.Adada herhangi bir yapı ya da yerleşim yok.Huzur veren saklı bir bahçe gibi...Adadan dönüşte grubumuz yine sahte saat ve çanta peşine düşüyor,bense havuz başında sakin ve dingin bir kaç saat daha geçirmeyi yeğliyorum.
Mercan Adası/Pattaya
Pattaya’da sahil kıyısı boyunca uzanan otellerin bitiminde araç trafiğine kapalı bir cadde olan “Walking Street” bulunuyor.Burası da sağlı sollu barların,kulüplerin olduğu bir cadde.Bu barlarda kim ne arıyorsa fazlasıyla bulabiliyor.

Buranın en güzel tarafı yan yana dizilmiş onlarca masaj salonunda çok uygun fiyata hizmet veriliyor olması.Tabi salonların niteliği önemli.Caddeye açık bir camekanı yoksa dikkat etmek lazım,Tayland'da sistem “hizmet etmeye”yönelik işliyor.Masaj salonlarında bir saati yaklaşık 10-12 tl.ye çeşit türlü masaj yaptırmak mümkün.

Seyahatin en unutulmaz anlarını Timsah çiftliği ve fil gösterilerinin yapıldığı botanik bahçesinde geçiriyoruz.Belgesellerde gördüğümüz avını parça pinçik eden kaplan bir kuzu gibi oturmuş turistlerle fotoğraf çektirmeyi bekliyor.Ben hayvandır ne yapacağı belli olmaz felsefem gereği yine bir kaç metre uzağından durup gülümsüyorum objektife.Diğer tarafta tonlarca ağırlıktaki devasa yaratıklar hortumuyla gelip geçenin omuzuna dokunup muz dileniyor.Ben bu hayvanların belgesellerde izlediğim birbirini kovalayan,hırpalayan vahşi hallerini daha çok seviyorum sanırım.Ne kaplan benim bildiğim kaplan ne de timsah.Hepsi uyuşturucu verilmiş gibi yarı uyur vaziyette.Nerde kaldı ormanın krallığı , titrek ceylanların korkulu rüyası.Hele bir bebek fil var tam içler acısı.Annesi seyircilere sevimli görünmeye çalışırken o memesine yapışıp emme derdinde.Bir o tarafa yapışıyor bir bu tarafa.

Hayvan gösterileri bir tarafa botanik tek kelimeyle muhteşem.Böyle bir bitki örtüsüne ve çevre düzenlemesine rastlamadım hiç.Devasa parkın şahıs malı olması da enteresan.Bu kadar zevk sahibi olması takdire değer.Parkın her bir köşesi farklı sürprizler sunuyor.Son gün bu bahçe sayesinde olabilecek en güzel noktayı koyuyorum seyahatime.

Uzakdoğu’nun alışılagelmişin çok dışındaki havasını koklamak,bambaşka bir dünyada bir kaç renkli gün geçirmek isterseniz vizesiz THY direk uçuşlarıyla ulaşılabilecek Tayland kapılarını sonuna kadar açmış sizi bekliyor...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder