Vakti zamanında bir tavsiye üzerine Schopenauer'un "Aşkın Metafiziği" kitabını almış, bir süre sonra saçmalıklar silsilesi deyip bir köşeye fırlatmıştım. Duyguları hiçe sayıp aşkı üremeye indirgeyebilmek için ya hiç aşık olmamak ya da birinden büyük bir kazık yemek lazım diye düşündüm. Üstelik eşcinsellik ve orta yaş üstü aşklara acaba nasıl bir yorum getirirdi diye de kafamda onlarca soru işareti bırakmıştı? Mümkün olabilse sayın üstat peki ya platonik aşktan ne haber diye sormak isterdim kendisine.
Şimdi ise acaba bu söylem, insanoğlunun aslında hiç bir matematiği olmayan ve kontrol edilemeyen , adına aşk dediğimiz kavrama karşı kendini korumak için kullandığı bir kalkan olabilir mi diye düşünmüyor değilim.
Öyle tuhaf,öyle çelişik ki...
Biri aşk yüzünden ızdırap içinde kıvranıp, bir türlü huzura eremezken, bir başkasının yüzünde güller açıyor gözleri ışıl ışıl. Öyle çok parlıyor ki hepimiz bu mutluluk bulutundan nasibimizi alıyoruz. Şimdi her iki duruma da sebebiyet veren aynı aşk değil mi?
Bir taraf vazgeçmesi gerektiğine kendini inandırmaya çalışırken kalbi ile beyni arasında müthiş bir mücadele veriyor. Ben de telefonda ahkam kesiyorum. "Bak kafanda bitirdiğin zaman o kişi ile bağlantıyı kopartmış olacak ve hafifleyeceksin" diye. Oysa adım gibi biliyorum, binlerce kez bitti dese de insan göz pınarları kuruyuncaya kadar ağlayıp bitap düşmeden, dibe vurmadan atlatamıyor. Diğer taraftan atlatmaya gönüllüyse ne ala. Aksi takdirde daha kaç zaman aynı girdabın içinde boğulmaya devam edecek kim bilir. Dedim ya ne matematiği var ne de kontrolü. Birisi ne kadar gözüne sokarsa soksun, aşkın pembe tül perdesi indiyse gözlere, görmemek, duymamak, bilip de bilmemezlikten gelmek kaçınılmaz. Sonrası dizilerin tekrar eden bölümlerinden farksız. Aynı olaylar, asla değişmeyen insanlar, aynı cümleler ve aynı yanılgı, aynı kalp kırıklığı.
İşte bu teselli turlarında hemen aklıma Schopenauer geliyor. Aslında aşk gerçek bile değil. İçgüdülerin bizi soyumuzu devam ettirmek için karşı cinse yakınlaştırmasından ibaret. Böyle bakmak harika bir kılıf ne de olsa. Üstelik kalp de neymiş tüm organlar gibi onu da beyin yönetmiyor mu?
Buraya kadar iyi güzel de peki öbür tarafta henüz gözlerinin içine bakıp, eline bile dokunamadığı biri için yüreği pır pır edene haksızlık olmuyor mu? Pamuk şekeri tadında bir hayalin keyfini sürerken yaşasın beyin kahrolsun kalp diyebilmek mümkün mü?
Yaşama sevinci yükleyip, adrenalini tavan yaptıran da o depresyona sürükleyip yüreği lime lime eden de. İster fiziği çözülmeye çalışılsın ister metafiziği konu aşk olduğunda akan sular duruyor. Kapalı bir sandık aşk. İçinden kime ne çıkacağı ise hiç belli değil. Kimine gül bahçesi vadediyor kimine dikenli teller...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder