Süslenip püslenip gelin olmayı beklerken,bir türlü aşığına kavuşamayıp orta yaşlarını çoktan devirmiş bir İtalyan dilberi Floransa...Lakin hala çok güzel ve baştan çıkartıcı.
Soluk pastel renkli yapıları, eski taş sokakları,birbirinden ihtişamlı meydanları ve süslü köprüleri ile eşsiz güzellikte.Yürüyerek dört bir köşesinin didik didik edilebildiği bu şehirde,gün boyu birer sokak arayla sürekli aynı yerlerden geçip zerre kadar sıkılmıyorum.Tuhaf bir şekilde her gidişimde beni kendine biraz daha hayran bırakıyor.Seyahatler sıklaştıkça turistten öte, yerel halktan biri gibi olmaya başlıyor insan.İşte hikayenin en heyecan verici bölümü tam da burda başlıyor.
Bu defa Duomo meydanının hemen köşesinde,Roma caddesi üzerinde tarihi bir binada konaklıyorum.Residenza Giotta,İtalyan bir ailenin büyük annelerinden kalan dairenin odalarını kiraladığı bir apartman katı.Mutfağı ve minik bir terası var.Otellerin soğukluğundan ve standartlarından uzak,Floransa sosyal hayatının tam göbeğinde.Apartman şahane.Meşhur Roma caddesine açılan dev gibi, yüzlerce yıllık bir kapıdan geçip,metal bir kafes şeklinde iki kişilik eski sistem asansörle en üst kata ulaşılıyor.Merdivenlerde alt dairedeki avukat ya da aynı yede ikamet eden bir kaç öğrenci ile selamlaşmak mümkün.Odalar olabildiğince mütevazı.Tavanlar yüksek,bir kaç parça eşya ve koskocaman bir pencereden başka bir şey yok.Pencere o kadar büyük ki neredeyse tüm katedrali olduğu gibi odaya sığdıracak.Gece yatağa uzandığımda,çan kulesinin puslu ışıklarıyla uykuya dalarken sabah yine kulenin güneşin ilk ışıklarıyla parıldayan pembe beyaz mermerleri uyandırıyor beni.Ve yepyeni bir Floransa günü beni bekliyor.
Duoma meydanındaki Santa Maria Del Fiore’nin yanından geçip,Dante’nin efsanevi aşkı Beatrcie ile karşılaştığı küçük kilisenin sokağından Arno nehrine doğru süzülüyorum.Sağ kolda Dante’nin 1200 yıllarında yaşadığı ev çıkıyor karşıma.Hala dimdik ayakta.Şaşılacak şey,bu şehirde her yapı her detay tıpkı yüzlerce yıl önce olduğu yerde.Arno nehrine varmadan yönümü Piazza Della Signoria’ya çeviriyorum yani senyörler meydanına.Michelangelo’nun dünyanın en güzel üç heykelinden biri kabul edilen Davut heykelinin bir kopyası senyörler sarayının girişini süslüyor.Her seferinde bakıp iç çekiyorum.Hem heykeltıraşın dehasına hem de Davut’un kusursuzluğuna.Rönesansın beşiğindeyim.Bir yanımda Michelangelo’nun eserleri,bir yanımda Niccolo Machiavelli’nin çapkınca gülümseyen heykeli.Leonardo da Vinci’nin de Floransa’dan yetiştiğini unutmak olmaz.Şehrin dört bir tarafından sanat fışkırıyor.Senyörler sarayının hemen yanı başındaki Uffizi galerisi de dünyanın en önemli sanat galerilerinden biri ve ne zaman bu galeriye uğrasam saatlerin nasıl akıp geçtiğini fark edemiyorum...
DAVID |
PONTE VECCHIO |
Turistik meydanlardaki ünlü lokanta ve cafeler yerine ara sokaklar ve şehrin biraz dışındaki lokal yerler çok daha keyifli.Hele bu seferki keşif son derece kayda değer.Şehrin diğer tarafında,Arno nehrinin öte yakasında 4leoni isimli şahane bir lokanta...Menu geldiğinde garsonu çağırıp ingilizce versiyonunu istediğimizde gülümseyerek sadece italyanca menu olduğunu söyleyerek ekliyor “merak etmeyin beş dakika sonra İtalyanca öğrenmiş olacaksınız!”.Sahiden de o nedir bu nasıl vs.derken kısa süre sonra menü hakkında az çok fikrimiz oluyor.Yine de sipariş ettiğimiz tortellininin armutlu olduğunu anlayamamışız.Hafif mayhoş lezzettin kaynağının bildiğimiz armut olduğunu öğrenince epeyce şaşırdık.İngilizce menu olsaydı ve biz yemeğin tam olarak neler içerdiğini anlayabilseydik armutlu bir makarna sipariş eder miydik bilmiyorum ama kesinlikle hayal kırıklığı yaratmadı.
LA CUCINA DEL GARGA |
www.thy.com.tr
www.trenitalia.com
www.4leoni.com
www.garga.it
www.residenzagiotta.it
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder