21 Ocak 2012 Cumartesi

TOSKANA LEZZETLERİ


O çok sevdiğim Toskana şehri Floransa'ya yakışır bir yazı yazacağım elbette ama bu gece sadece yemeklerden bahsetmek istiyorum.
Bir yadan yemek yiyip ,bir yandan da yazmak bakalım nasıl olacak. Deneyelim ve görelim..

Şu anda Floransa Grand Banglioni Otel'in teras lokantasındayım. İtalya'da akşam yemeği için epeyce erken bir saat, etrafta benim kadar sabırsız kimse yok. Mekanın bu geceki ilk müşterisi benim. Şef garson da beni gördüğüne oldukça şaşırmış gibi. Servis elemanları telaş içinde masaları hazırlamaya devam ediyorlar. Erken gelmenin avantajından yararlanıp dilediğim yere oturuyorum. Pek tabi ki en ferah ve manzarası en güzel masayı seçiyorum.

Burası şimdiye kadar Floransa'da yemek yediğim en güzel yer. Masa ve sandalyeler kırık beyaz, bütün masaları örtüler ile aynı renklerdeki taze kır çiçekleri süslüyor. Üstelik oturur oturmaz nazik bir garson gelip masadaki mumu yakıyor. Yalnızım, bu güzel anları benimle paylaşacak kimse yok ama yine de değmeyin keyfime.


Tam karşımda bütün ihtişamıyla Duomo Campanile di Giotto. Düşünüyorum da sekiz yıl önce bu kilisenin içini didik didik edip uzun uzun hikayesini dinlemiştik. Seneler sonra, bu defa uzak bir teras katından bakıp iç geçiriyor ve Chianti şarabımın tadını çıkartıyorum.


İlk kez İtalya'da bütün bir günümü pizza ya da makarna yemeden noktalıyorum. Şefin ilk tavsiyesi mercimek sosuna yatırılmış ızgara ahtapot. Kulağa hoş gelmediğini biliyorum. Açıkçası ben de mercimeğin ingilizcesini bilmeyen şefin ısrarı üzerine ok.dedim. Mercimek sosu olacağı aklıma bile gelmedi. Ekmeğe sürülecek mercimek çorbası kıvamındaki sosu bir tarafa bırakırsak yediğim en lezzetli ahtapottu. Genel olarak ahtapotu lastik gibi ve kendine has bir lezzeti olmayan bir mahlukat olarak gördüğüm için beklentim yüksek değildi.Fakat bu yumuşacık et ,ahtapot ile aramdaki eskiye dair tüm kötü tecrübeleri silip süpürüverdi.


Ana yemek olarak gelen Floransa'nın meşhur fiorentini yani t bone steak ya da bizim deyişimizle dana pirzolası da tam istediğim gibi az pişmiş.Yanında garnitür olarak sunulan minik patatesler ve sebzeler de çok lezzetli.Yalnız o kadar büyük bir porsiyon ki bitirebileceğime emin değilim.

Chianti şarabında ilginç bir aroma var.Sanki tarçın ya da karanfil gibi kuvvetli bir baharat kokusu geliyor burnuma.Aroması yoğun olmasına karsın içimi yumuşak.O kadar yorgunum ki ,yemek öncesi ikram edilen prosecco üzerine küçük bir şişe şarap bu gece beni sarhoş etmeye yetecek gibi ..
Ben şarabımı yuvarlayıp yemeğimin sonlarına gelirken mekan kalabalıklaşmaya başladı.Etrafta yüksek sele konuşan bir sürü İtalyan var ve çoğu yerinde bile duramıyor.Hareket halinde olmak bu milletin genlerinde var sanırım.

Tatlı için gelen menüyü inceleyecek halim yok.Yavaş yavaş kadehi tutarken parmak uçlarımın uyuştuğunu hissediyorum.Garsona nazikçe tatlı için seçimi ona bıraktığımı söyleyip başımdan savuşturuyorum.Gelen müthiş bir şey.Kahveli dondurma ile birlikte sunulan yarı pişmiş bir sufle.İçinin bir kısmı hala çiğ olduğu için kaşıkla parçalayınca içinden sıcacık çikolata akıyor.Çok benzer bir tatlıyı Manu'de Chateau Des Coeurs da yanılmıyorsam "Volcano" adı ile yapıyordu.

Ben tam çakırkeyif oldum daha fazla içmemeliyim derken Antonio tatlının yanında bir ikramda daha bulunuyor.İçinde alkol var mı diye sorduğumda muzip bir gülümsemeyle 'evet ama az' diyor.İçtiğim şeyin ne olduğunu bilmiyorum ama tadı güzel.Oldukça şekerli,beyaz üzümden yapılmış tatlı bir şarap gibi.
Ve gecenin sonu,tahmin ettiğim gibi oldukça çakırkeyif bir moddayım.Saat 22:30.Bu kadar alkol havanın soğukluğunu hissetmeme biraz engel olur diye ümit ediyorum.Lezzet dolu bir akşamı,gecenin karanlığında ışıldayan Florasa'ya  iyi geceler deyip,Scudieri'de bir kapanış kahvesi içerek noktalamaktan daha güzel ne olabilir..

1 yorum:

  1. İlk buluşmamızda kadehi yaşadığına ve yaşattıklarına kaldıracağım...

    YanıtlaSil