6 Ekim 2015 Salı


Hayali aslından daha güzeldi...

Ulaşılmazlık mıydı gözlerimi  kapadığımda karşımda duran aksini böylesine kıymetli kılan, yoksa birlikteyken ki heyecanım ve şaşkınlığım mı engelliyordu anın tadını çıkartabilmemi bilmiyorum. İlk andan itibaren bir telaş bir inanamamazlık.

Ask gibi, belki de aşkın ta kendisiydi. Onca yolu gözünde büyütmemek, nerede olsa oraya uçuverme hevesi, ilk karşılaşılan andaki hafif baş dönmesi, aniden beliriveren muzip bir gülümseme  ve ne yapacağını bilememe hali.

Görebildiğim tek renk maviydi, masmavi...İçinde belli belirsiz bir tutam beyazlık. Alabildiğine maviye boyanırdı her yer, bütün dünya masmavi olurdu onu görünce. Sarhoş edici bir koku yayılırdı etrafa. İyot, yosun ve anason kokularına karışan ilahi bir koku. Kulağıma uzaklardan bir melodi gelip oturur, puslu bir kadın sesi nostaljik bir kaç dize ile sarhoşluğumu ikiye katlardı.

Dokunduğumda demir gibi keskin soğukluğuyla irkileceğimi bilirdim. Yine de o müthiş kavuşma anında ufacık bir dokunuşun yarattığı yürek çarpıntısına değerdi. Oysa ben dar vakitlerde kaçamak bir dokunuş değil, doyasıya kucaklaşmak, serinliğine aldırmadan sarıp sarmalanmak, kalıcıyım ben bu diyarda diyebilmek isterdim.

 Bilirdim ki belalı bir sevgiliydi ardımda bıraktığım şehir. Her ne zaman uzaklaşsam dönüp dolaşıp ona döneciğimden emindi. Bundan sadistçe bir zevk aldığını düşünürdüm. Koşarak kaçıyorsun ya sürünerek geri döneceksin der gibi yolcu ederdi beni. Kaçamak bir sevdaydı benimki. Aslımı, ait olduğum yeri inkar etmeden, Sezen'in dediği gibi hepi topu bir kaç günlük bir seydi işte...

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder