Bir kadın:
Telefonun parlak ekranında belirecek mesajı merakla
bekleyen. Sessizce yutkunan ve elinin tersiyle kimselere fark ettirmeden
burnunu ovuşturan. O lanet olası
kelimeyi bir türlü savuşturamadığı için kızgın, çaresiz ve epeydir olmadığı
kadar üzgün. “Acaba”
Bir adam:
Portekiz’de balıkçı olmayı düşlerken en uzaklara savrulup,
denizin ancak ismi ile teselli bulan. Yüzünü hayırsız, nankör dağlara dönüp iç çekerken
kiloluk levreklerin, koyu pembe mercanların hayaliyle avunan. Adayı düşleyip
gün sayan.
Kadın arabada. Yüzünden düşen bin parça. Huzursuz.
Adam sorguda. Kaşları çatık, yüz hatları ürkütücü. Umutsuz.
Ufacık bir kız odada. Kafası traşlı, yorgun ve aç. Korkmuş.
Öğrenci, asker, polis onlarca tazecik beden toprağın
üzerinde. Cansız.
Kadın soruyor "zırh var mı?"
"Yok," diyor adam "ne zırhı"
"Yol," diyor kadın "ne kadar sürer?"
"Kırk dakika belki daha kısa."
Kırk dakika kırk gece olup çöküyor kadının omuzlarına.
Hep olduğu gibi uzakta ama bu defa sanki sekiz memleket
ötede adam. Hiç bilmediği, tanımadığı yangın yerine dönmüş hoyrat şehirlerde. Bir
başına.
"Dönecek," diyor kadın içinden.
Eski taş sokaklar
boyu yürüyüp çocukluk hatırlarımıza gülüp geçmek, sakallarında göçmen kuşların
yuva yapması için dönecek. Ellerini geceye doğru uzattığında avuçlarında haş haş çiçekleri açması için dönecek… Dönecek.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder