20 Ocak 2013 Pazar

FLORANSA

Süslenip püslenip gelin olmayı beklerken,bir türlü aşığına kavuşamayıp orta yaşlarını çoktan devirmiş bir İtalyan dilberi Floransa...Lakin hala çok güzel ve baştan çıkartıcı.

Soluk pastel renkli yapıları, eski taş sokakları,birbirinden ihtişamlı meydanları ve süslü köprüleri ile eşsiz güzellikte.Yürüyerek dört bir köşesinin didik didik edilebildiği bu şehirde,gün boyu birer sokak arayla sürekli aynı yerlerden geçip zerre kadar sıkılmıyorum.Tuhaf bir şekilde her gidişimde beni kendine biraz daha hayran bırakıyor.Seyahatler sıklaştıkça turistten öte, yerel halktan biri gibi olmaya başlıyor insan.İşte hikayenin en heyecan verici bölümü tam da burda başlıyor.

Bu defa Duomo meydanının hemen  köşesinde,Roma caddesi üzerinde tarihi bir binada konaklıyorum.Residenza Giotta,İtalyan bir ailenin  büyük annelerinden kalan dairenin odalarını kiraladığı bir apartman katı.Mutfağı ve minik bir terası var.Otellerin soğukluğundan  ve standartlarından uzak,Floransa sosyal hayatının tam  göbeğinde.Apartman şahane.Meşhur Roma caddesine açılan dev gibi, yüzlerce yıllık bir kapıdan geçip,metal bir kafes şeklinde iki kişilik eski sistem asansörle en üst kata ulaşılıyor.Merdivenlerde alt dairedeki avukat ya da aynı yede ikamet eden bir kaç öğrenci ile selamlaşmak mümkün.Odalar olabildiğince mütevazı.Tavanlar yüksek,bir kaç parça eşya ve koskocaman bir pencereden başka bir şey yok.Pencere o kadar büyük ki neredeyse tüm katedrali olduğu gibi odaya sığdıracak.Gece yatağa uzandığımda,çan kulesinin puslu ışıklarıyla uykuya dalarken sabah yine kulenin güneşin ilk ışıklarıyla parıldayan pembe beyaz mermerleri uyandırıyor beni.Ve yepyeni bir Floransa günü beni bekliyor.





 
Duoma meydanındaki Santa Maria Del Fiore’nin yanından geçip,Dante’nin efsanevi aşkı Beatrcie ile karşılaştığı küçük kilisenin sokağından Arno nehrine doğru süzülüyorum.Sağ kolda Dante’nin 1200 yıllarında yaşadığı ev çıkıyor karşıma.Hala dimdik ayakta.Şaşılacak şey,bu şehirde her yapı her detay tıpkı yüzlerce yıl önce olduğu yerde.Arno nehrine varmadan yönümü Piazza Della Signoria’ya çeviriyorum yani senyörler meydanına.Michelangelo’nun dünyanın en güzel üç heykelinden biri  kabul edilen Davut heykelinin bir kopyası senyörler sarayının girişini süslüyor.Her seferinde bakıp iç çekiyorum.Hem heykeltıraşın dehasına hem de Davut’un kusursuzluğuna.Rönesansın beşiğindeyim.Bir yanımda Michelangelo’nun eserleri,bir yanımda Niccolo Machiavelli’nin çapkınca gülümseyen heykeli.Leonardo da Vinci’nin de Floransa’dan yetiştiğini unutmak olmaz.Şehrin dört bir tarafından sanat fışkırıyor.Senyörler sarayının hemen yanı başındaki Uffizi galerisi de dünyanın en önemli sanat galerilerinden biri ve ne zaman bu galeriye uğrasam saatlerin nasıl akıp geçtiğini fark edemiyorum...
 
DAVID


PONTE VECCHIO
 
Ponte Vecchio’dan ağır adımlarla geçerken sağlı sollu dükkanların vitrinlerine göz atmayı ve köprünün ortasında fotoğraf çeken turistleri izlemeyi seviyorum.Üzerinde küçük odacıkların olduğu,dışarıdan bakıldığında çok ilgi uyandıran bir köprü.Orta çağdaki kasap dükkanlarının yerini, kira fiyatlarının artması sebebiyle kuyumcular almış.2.Dünya savaşı sırasında Arno nehri üzerindeki tüm köprüler yıkılırken yalnızca Ponte Vecchio bombalanmamış.Katledilen milyonlarca insandan daha kıymetli sayılıp, yıkılmaya kıyılamamış olması tüylerimi diken diken ediyor.
 
 Gidilen yer Italya hele de Toskana olunca seyahatin en önemli gündemlerinden biri şüphesiz yeme-içme oluyor.Birbirinden leziz pizzalar,makarnalar,aperatifler ve taze şaraplar günü hangi saati olursa olsun insanı cezbediyor.Sabahın köründe şarap içmek,gecenin bir yarısı yemek yemek geliyor içimden.Geri döndüğümde pişman olup, spor salonuna koşacağımı bile bile kendimi adeta karbonhidrat denizinde boğuyorum...

Turistik meydanlardaki ünlü lokanta ve cafeler yerine ara sokaklar ve şehrin biraz dışındaki lokal yerler çok daha keyifli.Hele bu seferki keşif son derece kayda değer.Şehrin diğer tarafında,Arno nehrinin öte yakasında 4leoni isimli şahane bir lokanta...Menu geldiğinde garsonu çağırıp ingilizce versiyonunu istediğimizde gülümseyerek sadece italyanca menu olduğunu söyleyerek ekliyor “merak etmeyin beş dakika sonra İtalyanca öğrenmiş olacaksınız!”.Sahiden de o nedir bu nasıl vs.derken kısa süre sonra menü hakkında az çok fikrimiz oluyor.Yine de sipariş ettiğimiz tortellininin armutlu olduğunu anlayamamışız.Hafif mayhoş lezzettin kaynağının bildiğimiz armut olduğunu öğrenince epeyce şaşırdık.İngilizce menu olsaydı ve biz yemeğin tam olarak neler içerdiğini anlayabilseydik armutlu bir makarna sipariş eder miydik bilmiyorum ama kesinlikle hayal kırıklığı yaratmadı.

 

 Yerel mutfaklardan tercih edilen bir diğer adres de  La Cucina Del Garga.San Lorenzo pazarının arka taraflarında hiç de işlek olmayan bir sokakta tipik bir Toskana mutfağı.Yerden tavana kadar her yer tablolar,heykeller ve envai çeşit sanat eserleriyle dolu.Bir tabak spagetti vebir kadeh şarap ile kendinizi çok renkli bir sanat galerisinde yemek yiyiyormuş gibi hissedebileceğiniz çok sevimli bir yer.

LA CUCINA DEL GARGA
Ruhun kültür sanatla,bünyenin leziz toskana yemekleri ile doyacağı küçücük bir kaçamak isterseniz,bir hafta sonu yeter de artar bile...İşte bir kaç küçük ipucu :)


www.thy.com.tr

www.trenitalia.com

www.4leoni.com

www.garga.it

www.residenzagiotta.it
 
 

 




 


1 Ocak 2013 Salı

KARINCANIN SU İÇTİĞİ

Deniz bu gece öyle dingin ki,tek başına arzı endam eden teknenin aksi aslından daha gerçek...

Onca yıldır sahili ilk kez bu kadar esintisiz, gökyüzünü bu kadar berrak görüyorum.Ayın tüm ışığı hiç bir katmana takılmadan geceyi aydınlatıyor gibi.Suyun üzerinde zerre kıpırtı yok.Neredeyse uzanıp gözümle tek tek seçebildiğim taşları toplayacak ve suyun üzerinden yürüyerek karşı kıyıya geçivereceğim.

2013 yılının ilk dakikalarında belki yılda, belki on yılda bir denk gelecek güzellikte bir manzara uzanıyor karşımda.Gecenin sessizliğini uzaklardan gelen yılbaşı kutlamalarına yarenlik eden bir davul sesi bölerken,denizin ve gökyüzünün durgunluğunu bir kaç renkli fener süslüyor.Hayatımda ilk kez gördüğüm fenerlere büyülenmiş gibi bakıyorum.Kağıttan yapılmış,içindeki mum yandıkça ısınan havayla yükselen,denizin üzerinden göğe doğru süzülen renkli ateş topları.Büyük şehirlerin gürültülü ve bol dumanlı havai fişek gösterilerinin yanında tam da adaya yakışır naiflikte,masalsı  bir ışık gösterisi.


Bir aşağı bir yukarı yürürken defalarca şaşılacak şey diyorum,bu nasıl bir gece,nasıl bir sükunet.Yaşar Kemal'in "karıncanın su içtiği" dediği deniz bundan başkası olamaz.Ah Yaşar Kemal ah. Bilmezsin ki bütün benliğimi saran sevdaların baş müsebbibi sensin.Biri beni hipnoz etse ve belki bilinçaltımdan belki de eğer varsa önceki hayatımdan bir sebep bulsa diyordum şu ada takıntıma.Mesela  hooop eski hayatınızda çöllerde kalmış sefil bir bedeviymişsiniz ondan suya, adaya düşkünlüğünüz dese fena olmazdı doğrusu.Sonra bir de baktım ki bayılıp ayılmaya lüzum yok,cevap başucumda duruyor.Yaşar Kemal'in bir ada hikayesi serisinin ilki ne kadar da derinden etkilemişti beni.Belki de bu yüzden her gittiğim adaya Poyraz Musa ve Vasili'nin adası burası olabilir mi diye baktım.Fakat bu gece eminim.Bir karınca ancak gözlerimin önünde uzanan bu derece durgun bir denizden,Cunda kıyısından su içebilir.