30 Mayıs 2012 Çarşamba

Leonidas Micropoulos'a Saygiyla

Bu hafta başıma gelen en güzel şey ; Leonidas Micropoulos!

Yoğun ve kasvetli bir dönemin ardından tam da kafamı dağıtacak bir şeyler lazım derken bir anda karşıma çıkıverdi.Günlerdir ve gecelerdir sosyal paylaşım sitesindeki albümlerini talan edip,tüm yorumları noktası virgülüne okuyorum.Suyun iki yakasında,farklı pencerelerden karşı yakaya bakıp iç çeken insanların anılarını yad ettikleri,buram buram özlem kokan fotoğraflar...

Bazı fotoğraflara baktığımda derin bir hüzün kaplıyor her yanımı.İnsanın doğup büyüdüğü ,ilk okul,ilk aşk ve daha nice ilkleri yaşadığı bir şehirden ve köklerinden  kopartılması ne acı.Önce Rum bir ailenin mahremine misafir oluyorum.Kırklı yılların İstanbul'u.Şık ve görgü sahibi hanımlar beyler çocuklarıyla birlikle gülümsüyorlar objektife.Bir karede süslü bir yılbaşı ağacının etrafındalar,bir başkasında bir vaftiz töreninde.İstanbul sahillerinde kadınlı erkekli denize girilebilen,geceleri gazinolarda eğlenilen,Beyoğlu'nda en müstesna kıyafetler ile salınilan ve etnik ayrımcılık olmaksızın dostça yaşanıp gidilen yıllar. İstanbul'un İstanbul olduğu zamanlar.Her bir fotoğrafa o ana ait yaşanmışlığı olan birileri yorum yapmış.Kimi bizim sokağın köşesi demiş,kimi sokaktaki bakkaliyeyi anımsayan var mı diye sormuş.Her şeyin belli bir adaba göre yapıldığıni dogrulayan,şimdilerde biz de İstanbul'da mı yaşıyoruz dedirten fotoğraflar.

Derken sıra utanç karelerini barındıran albüme geliyor.6-7 Eylül talanından kareler dehset verici.Yüzyıllar boyu aynı mahallede barış içinde yaşamış,paskalyayı ,şeker bayramını,hanuka'yı birlikte kutlamış halkları bir anda birbirinden kopartıp atan lanetli gece.Dahası binlerce yıldır İstanbul'da kök salmış toplumları aynı dili konuşsalar da aslında çok da yabancı oldukları belki de daha önce hiç görmedikleri bir memlekete gitmeye mecbur eden sancılı süreç.Evini barkını,dostlarını bırakıp,İstanbul'a dair ne varsa  bir bir valizlerine yerleştirip, göz yaşlarıyla giden ve ömür boyu derin bir özlemle yaşayan bizim insanlarımızın hikayesi.Selanik mübadili olan baba tarafımı ya da Girit göçmeni dostlarımı düşündüğümde hep aynı senaryo diyorum.Aynı sürgün ve yabancılaşma hissi.Değişen tek şey tarihler ve sahnedeki aktörler.Devletler savaş açar,antlaşma yapar ya da bütün bunlardan bağımsız başka bir devlete gözdağı vermek ister.Her durumda memleketinden kopartilip atilan cazalandırılan halklardır.Beyoğlu'nun eski ihtişamını kaybetmesi de;o tarihlerde şehri terkedenlerin yerine yağmaya çanak tutan çapulcuların hakimiyetine girmesiyle başlıyor .Yakın zamana kadar Cihangir civarında sahipsiz olup,işgal edilen binaların sayısının iki yüzün üzerinde olduğu söyleniyordu.Onlarca yıldır kim bilir kim tarafından işgal edilmiş,tinerci ayyaş yuvası haline gelmiş tarihi binalar.Nerden bakarsanız bakın içler acısı.Yalnızca azınlıklara degil -ki bu sözcükten hiç hoşlanmıyorum-İstanbullu'nun sosyal hayatına yapılmış saldırının faturasını bugun halen ödemeye devam ediyoruz.Eskiden olduğu gibi canım istanbul un sahillerinde denize giremiyor,Beyoğlu'nda sözlü ve fiziksel tacize uğrama endişesi olmadan salinamiyorsak bunda 6-7 Eylül'de ekilen barbarlik tohumlarının ve İstanbul'a sarip sarmalayan yagmaci zihniyetin payı büyüktür.

23 Mayıs 2012 Çarşamba

VEDA

          Henüz günün sıcaklığı elini eteğini çekmemişken , karanlık yavaş yavaş   sokulmuştu odaya...Geceyle gündoğumu arasındaki kızıllığa benzer bir renk dalgası vurmaktaydı pencereden.
         Odanın sessizliği içerideki boğucu havayla bütünleşmişti . Ayakucuna oturduğu dağınık yatak , kapakları sonuna kadar açık bırakılmış dolap , ahşap raflarda  erimiş mumlar ve zaman içinde anlamını yitiren bir sürü eşya...
         Odayı çekimser bakışlarla incelerken bir yandan bir an önce çekip gitme isteği duyuyor , bir yandan da kendini olduğu yere kilitlenmiş kadar hareketsiz hissediyordu . Olduğu yerde donakalmıştı.Pencereden süzülen ışık  da olmasa zamanın da dün akşamüstü beşte donup kaldığını düşünebilirdi . Neyse ki saate bakmasa da havanın karardığını fark edebiliyordu . İki elini üst üste koymuş öylece oturuyordu . Yüzünde dokunsalar ağlayacakmış gibi bir ifade vardı ama canı yanmışçasına da öfkeliydi .
             Kafası sorularla doluydu , iki gündür hiç birine cevap bulamamıştı artık hiç bir şeye olmadığı gibi düşünmeye de gücü yoktu . Boşluğa atılmış heyecanlar gibiydi  her şey . Öyle ki kimse yardım edememişti  avuçlardan kayıp gitmemesi için , ne kötü ne büyük bir kayıptı .
             Yaşanan onca şeye anılara , umutlara , ve şimdi yüreği iki değirmen taşı arasında eziliyormuşçasına ızdırap veren bu yokluga   değer miydi  hayat ?Alınacak bir kaç nefes uğruna bütün bunların ,  her geçen gün büyüyerek üstüne üstüne gelmesini beklemeye değer mi diye geçirdi içinden . Kırgın, kızgın umutsuz ve amaçsızdı.. Son bir şansı daha vardı.Yeni bir hayata ya da diğer adıyla ikinci hayatın başlangıcına şans tanımak ve ölümün sıcaklığını hissederek her şeyi bu odada geride bırakmak . 
            Bir an içip durup neden ölümü düşündüğünü düşündü.Güçsüzlükten mi yoksa çaresizlikten mi ? Evet çaresizdi ama bu yeterli bir sebep miydi ölmek için ? Ya güç ? Gücü de yoktu aslında mücadele edecek durumda değildi . Kimseye , kendisine bile faydası yoktu . Her şey allak bullaktı kafası karışmıştı.
            Başını kaldırıp ileri doğru baktığında geçen yaz satın aldıkları  kırmızı japon balığını gördü , bir kaç saniye kımıldamadan balığın küçük fanusun içindeki garip hareketlerini izledi . Onu seviyordu , kimse olmasa da o balıkla kendini yalnız hissetmiyordu.Şimdi de yalnız değildi işte . Terk edilmiş olabilirdi , son üç yılı bir kaç saat içinde silinip gitmiş olabilirdi ama yalnız değildi . Ne boş bir bahane diye geçirdi içinden ‘ yalnız değilim ‘ , kendini söylediğine inandırmanın zaferiyle , servi kozalakları acılığında bir gülümseme belirdi ince dudaklarında .
       Dün , o giderken ruhunu da alıp götürdüğünü sanmıştı beraberinde , iki gündür kımıldamadan duruşu , boş bakışları bundandı . O dolabın kapılarını ardına kadar açıp kıyafetlerını büyük bir özenle valizine yerleştirirken ‘ gitme , kal ‘ diyememişti . Zaten bunu söylemek için geç kalmıştı . Uzaklara gitme fikrini ilk açıkladığında karşı çıkmalıydı , ‘ bir gün mutlaka döneceğim ‘ masallarına kanmamalıydı ama her zaman olduğu gibi yine kararı ona bırakarak sessiz kalmayı seçmişti ve onu suçlamaya hakkı yoktu  . Oysa içinden boynuna sarılıp hiç bir yere gitme demek gelmişti . Valizini hazırlarken de aynı yatağın üzerinde oturup sessiz sessiz ağlamıştı sadece . Bütün yaptığı susmak , susmak ve susmak olmuştu . Dün akşamüstü valizini toplayarak çıktığı bu odaya birazdan vedalaşmak için  gelecekti ve belki de yapılacak en doğru şey burada oturup gidişini izlemek yerine , onun gelişini beklemeden çekip gitmekti . Anlamsız bir veda sahnesi daha istemiyordu ama yerinden kalkmak için bile gücü yoktu  .Aşk , yalzınca aynı yatağı , aynı heyecanı paylaşmak değil , gerektiğinde yoklukla , ‘hiç’ le mutlu olabilmekti . Belki bu yüzden kendini haksız sayabilirdi ama haksız taraf olmayı , bencil taraf olmaya yeğlerdi . Bencillikle kendi geleceğini düşünerek , onun geleceğini hiçe sayan birine karşı haksız konumda olmasının hiç bir önemi yoktu .
          Yatağın ayakucuna tutunup ayağa kalkmak için son bir çaba gösterirken merdivenlerde ayak seslerini duymaya başlamıştı . Gittikçe yaklaşıyordu . Evin kapısı büyük bir gıcırtıyla açıldı ve adımları yatak odasına yöneldi artık vedalaşmaya mecburdu .
             Ne kadar kaçmaya çalışsa da gerçeği yadsıyamazdı , er ya da geç gidecekti ,farklı bir şey olmasını beklemek aptallık olurdu . Gidecekti ve gidiyordu işte !  Gittikçe yaklasan ayak sesleri odanın kapısı önünde son bulmuştu. Az once duymamak ıcın kulaklarını kapama ıstegı duyduğu seslerin yerını cam  kapının ardındaki sıluet almıştı .
          Genç adam kapıyı ıkı kez vurup usulca ıcerı gırdı , söyleyecek tek kelımesı yoktu , ağır adımlarla kadının yanına sokularak , kollarından tutup kaldırdı ve  gözlerine bakmasını istedi . Son kez gözlerindeki ışığı görmek istiyordu . Böylece onu kendisiyle baş başa bırakırken içi biraz da olsa rahat edecekti . Biliyordu ona kızgındı , kırgındı ama zamanla gitmeye mecbur olduğunu ve onu ne çok sevdiğini anlayıp hak verecekti . Ve döndüğünde her şey kaldığı yerden devam edecekti. Onu burda , bıraktığı bu odada bulacak ve zaman sevgiyi asla silemeyecekti . Bunları düşünmek içini rahatlatmıştı . Usulca kollarından tuttuğu , yaşlı gözlerle , kendisine yalvaran bakışlarla bakan kadının saçlarına sıcacık bir öpücük kondurdu.Kollarını açıp ona sımsıkı sarılmasını ve geri dönmek için fazla geç kalmamasını dilemesini bekliyordu .       

      Oysa genç adamın beklentisinin tam tersine,kadın saçlarına değen dudakların kondurduğu son öpücüğe ,parmağındaki ince alyansı çıkartıp avuçlarına bırakarak karşılık  verdi.

      Beklenmeyen bu tepki karşısında  adam darmadağın olmuştu . Bu da ne demek oluyordu? Artık aralarındaki bağın son kalıntısı avuçlarındaydı . Oysa o hep susmuştu . Hissedebiliyordu gitmesini istemediğini ama o kadar emindi ki ondan kopamayacağından , yüz yıl da geçse bekler sanıyordu, gitmemesi için yalvaramamıştı belki ama gözleri her gece ağlamaklıydı ve bakışları yalvarıyordu .. Bekleyeceğini bilmek gitme kararını kolaylaştırmıştı , yalnızlığa alışır sanmıştı.
      Onu böylece ortada bırakıp giderken affedici olamamıştı genç kadın ve terk edilmeyi , bir gün dönüşünü umudederek yaşamaya mahkum  edilmeyi içine sindirememişti . O gidiyorsa , sevgisi , bağlılığı ve umutları da gidiyordu beraberinde . Bu odada kendinden sonra bırakabileceği hiç bir şey kalmamalıydı . Bu kadar kolay olmamalıydı.Böyle olmasını o istemişti . Madem ayrılığı seçmişti , parmağındaki alyansın da bir anlamı yoktu . Daha fazla duygularını ve onurunu hiçe saymasına izin veremezdi.Seçimini yapmıştı ve bir bedeli olmalıydı . Bu bedeli günlerdir uyumayarak  , sürekli onu bırakıp gittiğinde nasıl ayakta duracağını düşünerek ve nihayetinde ayrılma kararını alarak fazlasıyla ödemişti . Şimdi sıra ondaydı.
       Her şey birbirine girmişti .Üç dakika öncesine kadar gitmeyi kafasına koymuş adamın bütün planları bir anda alt üst olmuştu . Şu anda bu odadan çıkıp gitmesi demek sevdiği ve üç yılını tarif edilemez mutluluklarla donatan kadınını sonsuza dek kaybetmesi demekti . Ve en kötüsü ;  döndüğünde hayata  sıfırdan , yarım kalmış bir adam olarak başlama fikrine alışması gerekiyordu .
       Bu imkansızdı, onsuz bir hiçti . İnsana şansın bazen güldüğüne ve önemli olanın bu şansı değerlendirmekteki başarı olduğuna inanmıştı her zaman . Önünde ağlayan kadın onun hayatı boyunca sahip olduğu en güzel ve en doğru şeydi . Oysa onu bırakıp gitmeyi seçmişti ! Ne diyeceğini bilemiyordu , karşısındaki kadın kadar durgunlaşmıştı bir anda . Kadının  çenesini okşayarak , başını ve bakışlarını yerden kaldırmasını istedi .
      Hiç bu kadar kararlı olabileceği aklına gelmemişti , ayrılmak istiyordu . Sonsuza kadar kaybetmeyi göze almıştı . Ne derece haksız olduğunun farkında olduğu için ona kızamıyordu . Artık son bir karar vermek için sadece dakikaları vardı . Ya bu odadan son kez çıkıp giderek hayatının bir bölümüne sünger çekecek ve her şeyi burda bırakacak ya da tatlı bir hayalin peşinden koşmaktan vazgeçip sevdiği kadınla valizindeki eşyaları umutlarıyla birlikte ait oldukları yere yerleştirecekti. Bir an sendeledi ,  daha önce bu ayrılığın bir kumar olduğu gelmemişti aklına . Gittiği yerde onu nelerin beklediğini ve neler elde edeceğini bile bilmiyordu ama kaybedeceği her şey şu an bu odanın içinde onunla yüzleşmekteydi .
        İçeri girerken kapının yanına bıraktığı valizi getirerek yatağın üzerine bıraktı ve fermuarını açarak kıyafetleri bir bir valizden çıkartmaya başladı . Genç kadın anlamsız bakışlarla olanları izlemekteydi . Bir adama bir valizden çıkan kıyafetlere bakıyordu . Adam onun bu anlamsız bakışlarına ve merakına bir son vermek için büyük bir gülümsemeyle kadının gözlerinin içine baktı ve  dolabın kapaklarını açmasını istedi . Dün olduğu gibi ardına kadar açmasını …
    Her şey ne kadar ani olup bittiyse , yeniden aynı hızla kalındığı yerden başlanmalıydı . Bir hata yapmak üzereydi ama yapmamıştı . İki gün içinde iki kez seçim yapmak zorunda olduğu için biraz kafası karışmıştı ama affedilmekten başka bir şey düşünmüyordu .
        Genç kadının olup bitenleri anlaması bir hayli zor olmuştu .Gidişine ne kadar inanamadıysa şimdi vazgeçişine de o kadar inanamıyordu . Elleriyle gözlerini silip ,  adamın elindeki kıyafetleri alıp yatağın üzerine atarak  boynuna sarıldı daha once hıc cesaret edemedıgı gıbı…
       Bir uçurumun kenarından dönmüş olmanın sevinciyle , her şeye yeniden başlamanın heyecanı birbirine karışıyordu . Bır kaç saat oncesıne kadar nefesleri kesecek kadar daralan bu oda sımdı binlerce insanın kendi evrenını yaratmasına yetecek kadar büyüktü...

18 Mayıs 2012 Cuma

RASTLANTI

Arnavut kaldırımına çarpan yağmur taneleri yere her vurduğunda garip bir  sıçramayla,koşar adımlarla sert rüzgara karşı ilerlemeye çalışan adamın  koyu kahverengi pantolonunu  ıslatmaktaydı.

Aralık ayının 13. günü hava en büyük oyununu oynamıştı ona.Oysa sabah evden çıkarken kuru ayaza aldanıp şemsiyenin gerekli olabileceğini düşünmemişti.Şimdi bir  yandan rüzgara karşı siper almaya çalışırken bir yandan da takım elbisesini  iri  yağmur tanelerinden korumaya çabalıyordu .Gecenin boşalttığı caddeler henüz kalabalıklaşmamıştı.Meydandaki güvercinler ve kendisi gibi erkenden yollara düşen bir kaç kişiden başka kimsecikler yoktu etrafta . Soğuktan korumak için cebine soktuğu elleri mosmordu.Birazdan trene bindiğinde sıcacık kompartımanda nasıl ısınacağının hayali adımlarını daha da hızlandırmıştı.Aslında her gün aynı saatlerde , aynı caddelerden geçiyordu ama evi ve tren  garı arasındaki bu yol hiç bu kadar uzun gelmemişti.Yürü yürü bitmiyor diye geçirdi içinden.Rüzgar,attığı her iki adımdan birini geri itiyordu adeta.Zayıf cüssesi yola devam edebilmek için oldukça büyük bir efor sarf ediyordu .Gara geç kalması , treni kaçırması ve dolayısıyla işe geç kalması ; daha da kötüsü bu berbat havaya bir süre daha katlanması demekti.

Gara , trenlerin düdüklerini duyabilecek kadar yaklaştığında , sol elini cebinden çıkartarak güçlükle saate baktı ve derin bir nefes aldı , tam tamına on dakikası daha vardı ve bu süre trene yetişmek için  fazlasıyla  yeterliydi.

Gişelerden geçerek , ikinci kompartımana girip sol tarafta  pencere  kenarındaki koltuğa oturdu . Büyük maraton  sona ermişti. Soğuktan kaskatı kesilmiş ellerini cebinden çıkartarak pencerenin altındaki kalorifere doğru uzattı . Bu sabah yağmurdan etkilenen sadece kendisi degildi . Kompartımanda sadece bir kaç kişi vardı.

Etrafa bakarken  içeri sırılsıklam olmuş  iki genç bindi . Hafif bir tebessümle onlara bakarak iç geçirdi.Eminim ne dondurucu soğuk,ne korkunç rüzgar,ne de sağanak yağmur umurlarında değildir diye düşündü.

- Kız,koltuğunun altındaki kalın kitapların ıslanmasına engel olmak için onları koyu renkli paltosunun içine sokmuştu.Bir eliyle kitapların düşmesini engellemek için destek vermeye çalışırken , diğer eliyle çocuğun elini sıkı sıkı tutmaktaydı.Soğuğun yüzüne örttüğü kırmızı örtü bile yanaklarındaki iri çilleri saklamaya yeterli olmamıştı .Yanaklarındaki  çiller, yemyeşil gözleri ve gözlerini örtmemesi için, alnının hemen üstünden  parlak renkli bir tokayla tutturduğu kısacık  sarı saçlarıyla dikkat çekmeyecek gibi değildi.
Uzun boylu iri yapılı genç siyah bir atkıyla,yüzünün büyük bir kısmını gizlemişti.İlk işi nefes almasını güçleştiren atkıdan kurtulmak oldu.
Bir an için onları fazlaca izlediğini fark ederek kendi kendine öfkelendi . Başını tekrar pencereye doğru çevirerek  yağmuru izlemeye başladı . Tren henüz hareket etmemişti.

Sabırsızlıkla trenin hareket etmesini beklerken birden bire arka taraflardan bir bağırışma sesi ve onu takiben bir kargaşa belirdi .Neler olup bittiğini anlamak için  yerinden yavaşça yana doğru eğilip bir şeyler görmeye çalıştı .Aslında az çok tahmin edebiliyordu sorunun kaynağını . Öyle ya haftanın en az iki  günü orta yaşlı,göbekli, huysuz bir adam trende olur olmadık yerden hır çıkartırdı.Bu defa da , başrollerde onu görmek şaşkınlık yaratmamıştı .Bağrışmaların içeriğinden kompartımana girerken bir itiş kakış yaşandığı anlaşılıyordu . Huysuz adam söylene söylene arka tarafa doğru , kalorifere yakın bir koltuk olup olmadığına bakarak ilerliyordu . Nihayet zevkine göre bir yer bulup oturmuştu  ama oturması sesini kesmesi için yeterli olmamıştı . Kompartımandakilerin garip bakışları altında yüksek sesle söylenmeye devam ediyordu.

Kargaşa ve sükunet ikilemi içinde tren son düdüğünü de çalarak hareket etmiş ve yaklaşık iki saat sürecek olan yolculuk başlamıştı.

Raylardan gelen rutin sesler ve içerideki puslu havanın hipnotik etkisiyle ağzını kocaman açıp garip bir ses çıkaran yaşlı adamın yüzünde,herkesin ona baktığını görünce  utanmanın vermiş olduğu çocuksu bir ifade belirmişti ve sabahın o saatinde görülebilecek en insani  mimikler utangaç ihtiyarın suratındaydı.Elleriyle gözlerini ovuştururken birden ani bir hareketle elleri ikinci kez kükreyecek olan ağzına gitti ve elleriyle ağzını kapatarak bu defa utanç verici bir durumdan sıyrılmanın keyfiyle kollarını birleştirip uyuyklamaya devam etti ...

Yolculuk ne kadar uzun olursa olsun her sabah farklı insanları izleyip,onların gündelik konuşmalarına gizlice kulak misafiri olmak,yüzlerindeki ifadelerden hayatlarına ilişkin çıkarımlarda bulunmak ve en güzeli insanların düşünceleri hakkında yaratıcı tahminler üretmek son derece keyif vericiydi.Zaten iki saat boyunca insanları izlemek ve kitap okumaktan başka yapacak bir şey olduğu da söylenemezdi.Kompartımandakilerle diğer bir deyişle yaratıcılığına malzeme olan insanlarla havadan sudan bahsedip,gereksiz konularda sohbet etmek ona göre değildi.Biriyle uzun uzadıya sohbet etmeyeli de bir hayli olmuştu .Can sıkıcı muhasebe dosyalarıyla uğraşmaktan iş yerinde bile doğru dürüst iki laf edemez olmuştu.Yıllardır aynı can sıkıcı işle meşguldü.Kendine kalan zamanlarda ise insanlara kendini tanıtıp dostluklarını kazanmaya çalışmaktansa , kitaplarla haşır neşir olmayı seçmişti.Kitaplarla dostlukta kaybetme riski yoktu. Hem insanlar gibi saçma sapan sorular da sormuyorlardı.İşleri o kadar yoğundu ki bir kez olsun bile neden bu sıkıcı işi yapmak zorunda olduğunu kendine sormamıştı.Belki de cevabı kendisi de bilmediği için cesaret edememişti.Hayatı kısır bir döngüden ibaretti .Erkenden kalkılan sabahlar,uzun tren yolculukları,yorucu çalışma saatleri ve evde - işte kendisini yalnız bırakmayan yalnızlığı muhteşem bir bütün oluşturuyordu.

Karşısındaki üstü başı yırtık dökük gencin yerinde olmak bile onun için bulunmaz bir fırsat sayılabilirdi .Elleri nasırlıydı,saçları ağarmaya başlamıştı ama gözlerinde insanı şaşkına çevirecek bir yaşama sevinci vardı.Mutlu olmak için doğan ender insanlardandı o ve bunu anlamak için alim olmak gerekmiyordu,buğulu  kara gözlerine bakmak yeterliydi . Derin bir of çekerek kendi çıplaklığıyla örtünmüş  bir adam olarak başını öne eğdi.

 Yolculuğun ilk yarım saati sonrasında yaklaşılan istasyonda durup yeni simaları almak için tren yavaşlamaya başlamıştı.Günün bu saatlerinde istasyonda şehre giden bu treni bekleyenlerin sayısı bir kaç kişiyi geçmezdi .Az önce düşündüklerinden dolayı canı hala sıkkındı.Kapıya doğru dönüp herkesin yaptığı gibi  yeni gelenlere bile bakmadı.Gözlerini dışarıdaki belirsiz bir noktaya sabitlemiş öylece duruyordu.Ne bir şeye baktığı ne de bir şeyi izlediği yoktu.Sadece başı pencereye doğru çevrilmiş,gözleri uzaklara dalmıştı.

Kısa bir süre sonra gözlerini pencereden ayırıp siyah deri çantasının içine odaklayarak el yordamıyla yeni başladığı hikaye kitabını aramaya başladı.Çantada o kadar çok evrak vardı ki küçük siyah ciltli kitap adeta evraklar arasında yok olmuştu.Uzunca bir arayıştan sonra nihayet kitabı buldu  ve büyük bir zafer kazanma edasıyls kitabı ellerine alıp şöyle bir baktı.

Siyah  ciltli bu kitabı bir kaç gün önce ,  çalıştığı nakliye  şirketinin kütüphanesinden almıştı . Birbirinden ilginç hikayelerden oluşan 1929 baskısı eski bir kitaptı.Çoğu sözcüğün anlamı artık kullanılmıyordu bile  ama  cümlelerin gelişinden bu kelimelerin anlamını tahmin etmek bir bulmaca çözmek gibiydi ve kitaba ayrı bir heyecan katıyordu.

Son olarak okumakta olduğu hikayede , kendini tasvir edilen adamın yerine koyup bir an için de olsa onun gibi hissedebilmek için gözlerini kapatıp hayal etmeye başladı:

-Yemyeşil ağaçların kapladığı bir bahçenin en huzur verici köşesindeydi.Çok uzaklardan insanın ruhunu okşayan melodiler geliyordu kulağına,kafası bomboştu .Bir yandan  melodilere  dudaklarındaki ıslıkla eşlik ediyor bir yandan da üzerine yattığı bambu koltuğun minderlerine vurarak ritim tutturuyordu.Tam sıcacık  kahvesinden bir yudum almaya hazırlanırken,birden bire hayali kendisine doğru yaklaşmakta olan ayak sesleriyle dağıldı-

Gözlerini aralayıp , bakışlarını yavaş yavaş kendine doğru gelen adımların sahibine doğru yöneltti .Beklenmedik bir şekilde , yüksek ökçeli  bir  çift siyah rugan ayakkabıyla karşılaştı.Daha yukarı bakacak ; rugan ayakkabıların ve narin bacakların sahibiyle göz göze gelecek cesareti olmadığından birden irkilerek kaçamak bakışlarını tekrar dizlerinin üzerinde duran kitaba yöneltti.Şaşkındı,alelade bir adamla karşılaşmayı beklerken gizemli bir kadınla karşı karşıya gelmişti.Sabahın köründe bu kılıkla kim tren yolculuğu yapabilirdi?Bunu düşünüp varsayımlar üretimek az önce kafasında canlandırdığı hikayeden çok daha  ilginçti.Bu sebeple haylini darma dağın ettiği için ona kızamıyordu.

Kitap önünde,gözleri de kitabın üzerindeydi ama tek bir kelime bile okuyamıyordu.İkilemler içinde bocalarken gözlerini kitaptan yavaşça ayırıp başını kaldırarak karşısında oturan kadının  yüzüne kaçamak bir bakış attı.Beyaz tenli, siyah saçlı kadının ela gözleri onu  üç saniye içinde tarif edilmez ülkelere götürmüştü.Kalbi hızla atıyordu,elleri titremekteydi ve bir kez daha gözlerinin içine bakabilme  cesaretini  bulabilmek için tanrıya dua etmeye çoktan başlamıştı.Sabahın bu saatinde bu kadar alımlı ve iyi giyimli bir  kadının  bu trende ne işi var diye düşünmeye devam etti.O bir konuktu şüphesiz,daha önce ona bu trende hiç rastlamamıştı.

Kışın ortasında ılıman iklimlerden çıkıp gelen bu kadın nasıl da etkilemişti onu.Öyle ki kaçamak bir bakış elinin ayağına dolanmasına yetmişti.Hiç tanımadığı bir kadın saniyeler içinde , tek bir kelime etmeden ayaklarını yerden kesmişti.Belki ona bu tatlı duyguyu yaşatan insanı  hayatının sonuna kadar  bir daha hiç görmeyecekti.O hoş bir esinti gibi,aklını başından alıp götürerek geçip gidecekti , farklı  bir şey olması da beklenemezdi.Şekilden şekle  giren suratı,  onu bir saat sonra sonsuza kadar kaybedeceği düşüncesiyle asılmıştı.Elinde sadece bir saat ve onun ilgisini çekmek için işine yarayacak 'hiçbir şey ' vardı.Bu yalnızca bir rüya olabilirdi ve öyle de kalacaktı.Bu defa büyük bir kararlılıkla gözlerini tekrar önündeki kitaba doğrulttu.

Gözleri kitapta,aklı gizemli kadındaydı.Yirmi sekiz senelik yaşamı boyunca herhangi birine karşı böyle bir şey hissedebileceğini tahmin etmemişti.Sabahın altısından beri yaptıklarına bakılırsa her günden farklı bir gün değildi bugün ama farklı bir duygunun varlığını yaşamına kattığı için özeldi. Gizemli kadının biraz sonra trenden inip şehrin kalabalığına karışması ve onu bir daha görememesi bile umrunda değildi.O kadın farkında olmadan büyük bir iyilik yapmıştı . Tüm benliğini saran karamsarlıktan kısa bir süre içinde sıyrılır gibi oldu.Yalnız başına yaşadığı eve,zoraki tuttuğu muhasebe dosyalarına ve ailesine ait albümler dolusu hatıraya yeni bir şey eklenmişti bu sabah.Ona tekrar rastlayabilmeye dair bir umut...

Zaman zaman duygusuz olduğunu düşünürdü,ne hatıralar,ne yaşadığı ev ne de herhangi birini önemli saymamıştı bu sabaha kadar.Oysa şimdi yabancı bir kadın birden bire dünyanın en önemli insanı oluvermişti.Hayatında değer taşımayan her basit olgu da birazcık duyguyla tarifsiz anlamlar kazanabilirdi pekala..Kendini büyük bir yükün  altından kurtulmuş kadar hafif hissetti.  Birbirlerinin gözlerine coşkuyla bakan gençlerden,hala uyumakta olan ihtiyardan ve yaşama sevinci yüklü gençten ne farkı vardı. Aynı mekanda,aynı anı paylaşıyorlar ve anın tadını çıkarıyorlardı.Yaşam basit bir döngüden ibaretti belki ama en azından bu gerçeği her saniye zihinlerinde büyüterek hayatı çekilmez kılmıyorlardı.Onu farklı kılan ne rutin yaşamı ne de yalnızlığıydı.Sebep yalnızca kendisi ve keşfetmeyi başaramadığı duygusal ve düşsel zenginlikleriydi.

   O , Bütün bu çıkarımlarda bulunurken , tren son istasyona yaklaşmaktaydı.

   Kadın yavaşça yerinden kalkıp etekliğini düzelterek,inmek için kapıya doğru yöneldi.Trenin durmaya yakın sebep olduğu sarsıntılardan etkilenmemek için kapının yanındaki ince demirlere tutunmuştu.Trenin durmasını beklememesinden acelesi olduğu anlaşılıyordu.

 Oturduğu yerden kadına son bir  defa baktı.Demirleri sıkı sıkı tutan narin elleri de en az gözleri kadar etkileyiciydi.Trenden inip gitmesine fırsat vermeden,hemen ardından o da kapıya yöneldi,ona bir borcu vardı.Kapıdan çıkarken yüzünde sıcak bir tebessümle kadının kulağına doğru eğilerek ' teşekkürler ' diye fısıldadı ve bir şey sormasına vakit kalmadan trenden inip kalabalığa karıştı.Tatlı hayaller ve bir daha asla karşılaşmayacağını düşündüğü kadın istasyonda kalmıştı.

Genç  kadın şaşkınlıktan bir kaç saniye için olduğu yerde kaldı ve bir sebep aradı . Bulamamıştı..Sabah sabah çelimsiz bir adam anlamsızca teşekkürlerini sunmuştu . O ne yapmıştı ki , herhalde birine benzetti diye düşünerek merakını bastırdı.Sabah evden çıktığından beri garip olayların ardı arkası kesilememişti zaten.

 İlk işine,ilk günden geç kalmıştı . Kendisini işe kabul eden şehirdeki tek  nakliye şirketinde çalışmak büyük bir şanstı ve daha ilk günden şansını saçma sapan sebepler yüzünden tehlikeye atmıştı . Yapılacak en doğru şey daha fazla zaman kaybetmeden işinin başında olmaktı . Üzerindeki şık kıyafete aldırış etmeden, perondan hızlı adımlarla ayrılıp , yeni işinin heyecanıyla kalabalıkta kaybolan silüetlerden biri oldu…
                                                    

14 Mayıs 2012 Pazartesi

VAN GOGH ALIVE


Tabloların dışında değil içinde olmak..Kulağa hoş geliyor doğrusu.

Van gogh Alive sergisinin lansmanında ön planda olan ve oldukça merak uyandıran en önemli detay bu sanırım.İstanbul'da ayağımızın dibine kadar gelmiş ve alışılagelmişin dışında bir deneyim vadeden Van Gogh Alive sergisini görmeden olmazdı.

İstanbul Modern antrepolardan biri bu sergi için karartılıp olduça loş bir ortam oluşturulmuş.Tüm duvarlar ve kolonlardan tablolar sırayla akıp geçiyor.Renkli ve beklendiği gibi çerçevesiz.Arada ressamın mektuplarının,veciz deyişlerinin de yer aldığı,bir resim sergisinden çok arka fonda tabloların seyrine eşlik eden klasik müzik ile harmanlanmış görsel bir şölen.

Karanlık salonda yere oturup tabloların birbiri ardına akışını izlemek çok keyifli.Tüm duvar ve kolonlara aynı anda aynı görüntüler yansıtıldığı için önüm arkam sağım solum kah "Self Portrait" kah "Starry Night"...Tablolar çerçevesiz ama Van Gogh'un eşsiz dehası çepeçevre sarıyor insanı.Yaklaşık yirmi,yirmi beş dakika süren akış kısa süreli bir kaçış gibi.İçimde tuhaf bir huzur yüzümde tatlı bir tebessüm.Deniz'in "kulağı olmayan ressamcı" ile tanışmış olması da cabası.

Gidip görmekte fayda var.Fakat hafta sonu ise mutlaka öğleden önce gitmek lazım.Biz geri dönerken kapıda kuyruk oluşmaktaydı.Biletler için de Biletix den organize edip ekstra ücret ödemeye gerek yok,kapıdan gayet rahat alıp içeri girebilirsiniz.Benden söylemesi..

10 Mayıs 2012 Perşembe

AŞK OLSUN

Starbucks da oturmuş bir fincan kahve eşliğinde Can Dündar’ın yeni kitabı “Aşka Veda”’yı karıştırıyorum.Yan tarafımda oturan genç çifti rahatsız etmemek için epeyce boşluk bırakıp yerleşiyorum masaya.Otururken göz ucuyla bakıp gülümsüyorum.Oğlan kızın beline dolanmış,daha da yakın olabilmek için fırsat kollamakta.Gençlik,aşk güzel şey diyorum içimden..

Sonra başlıyorum kitabın sayfalarını çevirmeye.Üstat kitabın ana fikrini özetleyen vurucu cümleyi ilk anda zikrediveriyor.”Eskiden sevişmeden severdik şimdi sevmeden sevişiyoruz”.Uğruna kan dökülen,çöllerde per perişan olunan,sevgilinin bir saç teli için candan geçilen aşk şimdilerde tozlu kitaplarda kalmış tatlı bir masal gibi.Haklı mı haksız mı derken birden yine yanımdaki delikanlıya takılıyor gözüm.Acaba bu da kıza gerçekten aşık mı yoksa aşık rolü ile baş başa geçirilecek anların hayalini mi kuruyor diye kötü bir niyet beliriyor içimde,ister istemez.

Oysa benim bildiğim aşk bütün bir gece boyu sevgilinin sadece yüzüne dokunarak tüm kıvrımlarını ezber etmek demekti.Ya da sinemada ona fark ettirmeden giydiği kazağın koluna dokunarak teninin sıcaklığını hissedebilmekti.Günlerce görmeyip sadece hayaliyle bile bulutların üzerinde olmaktı.Aşık olmak aşk yapmaktan kıymetliydi. Aşk yapmak aşkla yoğurulduğunda anlamlı ve güzeldi...

Yine de yazar kadar kötümser değilim sanırım.Hala bazılarının aşka kıymet verdiğini ve onu yatağa giden yolda kestirme bir patika gibi görmediğini düşünüyorum.Ya da hala sevmeden,sevildiğini bilmeden sevişemeyenler olduğuna inanmak istiyorum.Yok yanılıyorsam,aşk olsun!










3 Mayıs 2012 Perşembe

GALATA


Güya Galata'ya dadanmışım
Kafaları çekip çekip
Orada alıyormuşuz soluğu
Onu da sonra anlatırım..

İşte tam da son haftalara yakışır bir şarkı!

Bahar gelmiş,havalar ısınma turlarında.Bütün gün ofiste boğulan insanoğlu kendini metroya atıp Beyoğlu'nda,Asmalı'da ya da Galata'da iki tek atıp keyifli bir gece geçirmenin derdinde...Sevgili Emre sayesinde son haftalarda ekip ruhuna yakışır biçimde Galata'ya dadanmış vaziyetteyiz,tıpkı Orhan Veli'nin dizelerindeki gibi.

Devasa Galata Kulesi beni oldum olası büyülüyor.Her ne kadar Hazerfen'in Üsküdar'a kadar uçmuş olduğu safsatasına inanmasam da kafam güzelken bir gözümü kısıp kulenin tepesi ile Üsküdar arasına hayali bir çizgi çekip acaba mı demekten kendimi alamıyorum.Yüzlerce yıldır orda öylece duran taş bir kule.Kim bilir dibinde yayılıp,sırtımızı yasladığımız duvarların önünden,yakınından kimler geldi kimler geçti.Kim hangi telaşın peşindeydi,hangi devirde nasıl bir karmaşa yaşanmaktaydı yaşlı kulenin etrafında.Gün gelmiş zindan olmuş lanetlenmiş,gün gelmiş gözetleme kulesi olarak kullanılmış medet umulmuş..Şimdilerde tüm İstanbul'un vazgeçilmez dekoru.

Yüzyıllar sonra kulenin dibinde,şekil şemalimizden bizi bir şeye benzetememiş olması muhtemel bakkalın " şişesi 10 liraya şarap var" dediği merdiven altından satın alınmış,plastik bardaklara doldurduğumuz Çankaya'yı hoş bir sohbetle harmanlayıp huzura ermekteyiz.Bu gece kuledibi eşsiz bir gece bahçesi,etraf yerde oturup  piknik yapanlarla dolup taşıyor.


Kulenin dibinde serserilik etmek pek keyifli ama daha erken bir saatse ve metabolizma bamya turşusu diye tutturmuş durumdaysa bu defa tercih edilen mekan Ritim Galata.Hayatımda ilk kez bamya turşusuyla burda haşır neşir oldum.O kadar güzel ki o kadar olur.İtiraf ediyorum bazen sırf bu yüzden Ritim Galata ya gitmek geliyor içimden.Ufacık sevimli bir yer,zaman zaman taş duvarlarını ev sahipliği yaptığı sergilere ait fotoğraf ya da tabloların süslediği sıcacık bir yer.Müdavimi olmak için bir kez uğramak yeter de artar bile.

Benim aradığım her şey kuledibinde...
Yaşanmışlık,yaşanmamışlık,yaşanabilirlik ve binlerce mutlu,huzurlu,biraz da melankolik an...

DÜŞLÜYORUM ÖYLEYSE VARIM

Gökten üç elma düştü misali,kaldı geriye gerçekleşecek üç hayalim...

İflah olmaz bir yengeç olduğum için düşlemeden yaşayamıyorum. Şimdilerin pek popüler deyimiyle, "sevgili evren" daima torpilli davrandı bana hakkını yiyemem. Lakin gözlerimi kapadığımda karşımda duran her şey benim olmasa da olur muydu bilmiyorum. Sorgusuz sualsiz ve zerre kadar hesap kitap yapmadan sadece içimden geçenleri fısıldadım, o da duydu. Şimdiye kadar yanıma kar kalan ya da yanılgıdan ibaret olanlar bir tarafa kaldı geriye üç dilek.

İlki için geri sayım başladı. Otuz beşinci yaş günümü ve ondan önceki bir kaç ay boyunca yasayacağım telaşı düşündükçe gülümsüyorum. Doğum günümde etrafımda sevdiklerim ve sevenlerimle Aslı'nın sözcüklerinin dokunulabilir olduğunu kutlamak benim için bir hayalden çok daha yakın artık. -

İkincisi sadece benim istememle olacak bir şey değil. Fakat o kadar kuvvetli istiyorum ki bir gün gerçekleşeceğine dair şüphem yok. Şu fani dünyada olmaktan en çok keyif aldığım yerlerden biri mutfak. Hazırladığım yemekleri bir başkasına sunuyor olmanın hazzı ise tarif edilemez! Epeydir gözüme kestirdiğim bir restaurantta günün birinde belki de beş para almadan calışıyor olacağım. Üç gün ya da  üç yıl bilemem. Ama şuraya yazıyorum bir gün ben de, o geminin çok özendiğim tayfalarından biri olacağım. Neresi derseniz şimdilik sadece en sevdiklerimle paylaşıp, yemek yerken usulca "bir gün burda çalışıyor olacağım" deyip geçtiğim yer diyebilirim.

Üçüncü dilegim yine yengece yakışır türden. Ada takıntımı bilmeyen yoktur. Ada degilse bile ki bunu bazılarımızın izole bir yerde yaşama fobisi yüzünden söylüyorum, küçük bir sahil kasabasında taş bir evde gündüzleri dinlenip aksamları demleneceğim, geçip giden hayatın telaşlarına inat kalan zamanı olabildiğince yavaşlatacağım minnacık bir son durak düşlüyorum...

Ve pek tabi bütün bunları anlamlı kılmak için; kitaplarımın önsözünü okurken duygulanacak, mozarella ve fesleğen kokularıyla eve geldiğimde nergisler gibi koktuğumu söyleyecek, akşamları denize karşı kadeh kaldırıp oğlumu anarken yüzümü okşayacak, gece başucumda yanan mumları üfleyip yanıma kıvrılacak sevgili ellerimi hiç bırakmasın istiyorum...