9 Kasım 2015 Pazartesi

İMZA GÜNÜNÜN ARDINDAN



8 Kasım 2015.

Tüyap kitap fuarına gidenler yüzünden trafik felç, otopark girişi iptal olmuş, içeride ise sürüklenmeden ilerleyebilmek ne mümkün. Az kalsın kendi imza gününe, üstelik ilkine geç kalan yazar olarak tarihe geçiyordum. Son dakika deparları, farklı yollardan kaçamaklar derken fuar alanına zar zor vardım.

İmza gününe telaşlı ve biraz da endişeli adımalarla giden yeni bir yazar için, uzun imza kuyruklarının olduğu 12 numaralı salondan geçmek yürek ister. Bir taraftan Epsilon Yayınevi'ne ait alanı bulmak için 3 numaralı salonu ararken bir taraftan da göz ucuyla uzayıp giden kuyrukların bitimindeki afişlere bakıyordum. Ayşe Kulin, Sarah Jio, Ahmet Ümit, Yılmaz Özdil...

Ayşe Kulin ile rastlaşıp kısa bir sohbet etmek isterdim doğrusu. Bir yerlerde denk gelecek olursak söylemek istediğim bir kaç şey vardı ama imza saatlerimiz aynıydı ve ucu bucağı görünmeyen bir kuyrukta bekleyebilmem mümkün değildi. Belki bir başka sefere deyip salondan uzaklaşırken içimdeki heyecan ve endişe büyümeye devam ediyordu. Acaba okuyucu yeni bir yazara itibar edecek miydi? Tanıdık yüzler heyecanımı hafifletmek için orada bekliyor olacak mıydı?

Bütün bu soru işaretleriyle birlikte yayınevinin standına vardım. Ne kadar alakasız görünse de geniş beyaz masanın arkasındaki yüksek bar taburesini görünce içimde bir hafifleme oldu. İki gün evvel Özgür Can Öney ile tam da bu anı konuşurken keşke sandalye yerine ayakta durulabilecek bir imza şekli olsa demişti. Haklıydı. Okurlar ile daha rahat iletişim kurup kendimi daha rahat hisedebilirdim böylece. Hiç oturmasam da tabure tam düşündüğüm gibiydi.

Heyecanı bastırma kısmına gelince, ilk albümün ilk konserini sorduğumda eğlenemeye bak demişti. Beklediğin ilgi de , yanına sokulan kimse de olmayabilir. Güzel vakit geçirmeye çalış, önemli olan bu!

Aile, eş dost, arkadaşlar ve okurlar derken bana ayrılan iki saat boyunca durup dinlenmeden, nefes almadan kitap imzaladım. Bir ara kafam karışır gibi oldu. İsimleri duyamadım, duyduğumu yazana kadar aklımda tutamadım. Hatta bir kaç kez kalemi sayfaya dokundurup duraksadım. Sonra tekrar toparlandım. O sırada arkadan birileri bir şey içer misiniz diye sordu da biraz kafam dağıldı. Yavaşladım. Gelen anlamlı hediyeler, sürpriz simalar yalnız olmadığımı hatırlattı.

Her anında eğlendim, hem de çok! Kısa da olsa sohbet ettim herkesle, sarılamasam da ellerimi uzattım. Bazısı elimi sıktı, bazısı avuçlarının içine alıp teşekkür etti. İşin en güzel tarafı, sosyal medyadan takip edip takma ismini söylerek imza isteyen de vardı, sizi tanımıyorum ama kitabı Mecidiyeköy metrosunda görüp merak ettim diyen de. Biyografinizi okudum çok enteresan geldi diyerek tanışan da oldu, Epsilon okuru olup daha önce sizi hiç okumamıştım deneyelim diyen de :)

Bana ayrılan süre dolduğunda gidemedim.

Bir kaç saat daha kalıp hem imzaya devam ettim, hem de o çok sevdiğim ve parçası olmaktan mutluluk duyduğum yayınevinden ayrılmak gelmedi içimden. İyi ki de kalmışım, girişteki kaostan dolayı geç gelenler oldu. Kaçırdık diye üzülmüştük deyip yanıma geldiklerinde sohbet etmek için daha geniş vaktimiz vardı.

Hayatımın en özel ve güzel günlerinden biriydi. Onca hazırlık, reklam kampanyaları, boy boy afişler, raflar dolusu kitaplar... Hiç birisi 34.İstanbul Kitap Fuarı'nda tavanı süsyelen kitabımın görseli altında okuyucu ile buluşmak  kadar gerçek değildi. Günün sonunda yeni yazarımız diye tanıştırıldığımda, yayınevi çalışanları ile hatıra fotografı çektirdiğimde, yeni bir şeyler var mı sırada diye sorulduğunda ve 2. baskıdan çıkan kitapları imzalarken 3. baskıya girilebileceğinden bahsedildiğinde hayatımda yeni bir dönemin açılmış olduğunu anladım.