27 Mart 2012 Salı

İSTANBUL'DA BAHAR




Mart ayının sonuna geldik.Havaların ısınıp , mevsimin bahara dönme vaktine çok az kaldı.Bütün bir kış kardan soğuktan tıkıldığımız evlerimizden çıkıp İstanbul’un tadını çıkartmanın vakti geliyor.Ne mutlu!Bu bahar yapılacaklar listem hazır.Listenin en başında kendime ve dostlarıma birer müze kart satın almak yer alıyor.Mis gibi bahar havasında sarayların lalelerle süslü bahçelerinde keyifli bir yürüyüş yapmadan , tarihi mekanları ziyaret edip çocuklara kültür sanat sevgisi aşılamadan olmaz.

Avrupa’da şehirleri gezmeden önce elime geçen rehberlerde “ 3 günde Roma” ya da “ 2 günde Paris” temalı pratik gezi notları oluyor.Ben de bir kaç hafta sonu yararlanmak üzere pratik ve keyifli bir güzergah çiziyorum,söylemesi benden , tadını çıkartması sizden.

İstanbul deyince ilk akla gelen tarihi yarımada ve içinde barındırdığı , keşfedilmeyi bekleyen onlarca mekan.Bu yüzden ilk gün için planım Sultanahmet.

Sabah güne Sultanahmet Divan Yolu üzerindeki minik pastane Çiğdem’de başlamak gibisi yok.Küçüktür,eskidir ama böreklerinin tadına diyecek yoktur.Uzun ve yorucu geçecek güne buradan iyi bir başlangıç olamaz.Tabi güne erken başlıyor olmak çok önemli.Yoksa kalabalık insan yığınları ile köşe kapmaca oynamak zorunda kalmak kaçınılmaz olabilir.

Sıkı bir kahvaltının ardından ilk durak Aya Sophia müzesi.Defalarca gitmeme karşın her gittiğimde beni büyüleyen , duvarlarına dokunduğumda yüzlerce yıl öncesinden yükselen ilahileri duyar gibi olduğum eşsiz mekan.Ardından Topkapı’nın ön bahçesinden geçip Aya İrini’yi selamlayıp bugünlerde pek de meşhur olan haremligi ve kutsal emanetleri ziyaret etmek.Bir kaç saat  önce Aya Sophia’da hayal edilen ilahilerin yerini kutsal emanetler bölümünde ara verilmeksizin okunan Kuran’ın alması.Mistik ve heyecan verici bir deneyim.Sarayın Boğaz çıkısına bakan ,Süleyman’ın iki elini balkon mermerlerine dayayarak düşüncelere daldığı terastan kız kulesini ve “körler ülkesi”  Kadıköy’ü selamlamak.
Topkapı Sarayı
Geri dönerken sarayın bahçesinden Gülhane Parkının kara tarafındaki kapısına uzanan ara sokaktan geçip , sağ kolda bekleyen Arkeoloji müzesini ziyaret etmek.Tabi ki öncesinde bahçede camekanla kaplı kafeteryada birer orta şekerli yorgunluk kahvesi içmek lazım.Burası sadece arkeoloji müzesi değil,içinde çini ve etnografya müzelerini de barındırıyor.Bu müzeden çıkışta bünyeler yorgun , karınlar aç olacağından soluğu Tarihi Sultanahmet Köftecisinde alıp köfte piyaz menüsünü ılık irmik helvası ile taçlandırmak en güzeli.

Yemeğin de verdiği rehaveti atmak için Divan Yolu caddesi boyunca yürüyüp Yerebatan sarnıcını da bir ziyaret etmeden olmaz.Nemli,puslu,loş bir sarnıç.Sarnıcın sığ sularının üzerine kurulmuş ahşap iskele boyu yürüyüp bin yıldır olduğu yerde yatan medusa başına bakınca tüyleri diken diken oluyor insanın.

Sarnıçtan çıkınca,ver elini  Mısır Çarşısı.Rengarenk baharatlar,çeşit türlü şekerlemeler ,lokumlar insanın iştahını açan masal diyarı gibi bir çarşı.Turistleri sekiz lisanda selamlayıp dükkanlara sokmak için kollarından çekiştiren şark kurnazları da olmasa iyi olur ama yapacak bir şey yok.Yüksek sesle türkçe konuşmak çarşıdan tek parça kurtulmak için bire bir.
Mısır Çarşısı
İkici gün için güzergahım İstanbul’un kalbinin attığı Beyoğlu ve Üsküdar açıklarında salınan Kız kulesi.

Sabah erken saatlerde Sultanahmet meydanından kalkan kırmızı,üstü açık,hep bakıp imrendiğimiz ama bir türlü İstanbul’da turist olmaya cesaret edemediğimiz otobüslerden birine atlayıp Taksim durağında inmek hem vakit kazanmak hem de ayrı bir program yapmadan surlar boyunca şehri izlemek için biçilmiş kaftan.

Taksim meydanından İstiklal caddesi boyunca sürüklenip,sağda solda dizilmiş sanat galerine girip çıkmadan İstanbul’u tam anlamıyla keşfetmiş sayılmaz insan.Çiçek pasajı ve balık pazarının da rengarenk büyüsüne kapılmak,ufak tefek alış veriş yapmak ve hatta buradaki küçük dükkanlarda kokoreç,midye yiyip mideye de bayram ettirmek lazım.Tüneldeki geçitteki kafelerden herhangi birinde bir şeyler içip,kitap okumak ve hayatın olağanca hızıyla akıp gittiği Beyoğlu’nda hayatı yavaşlatmanın keyfini sürmek..

Öğleden sonra Kabataş’a inip küçük motorlarla Kız kulesine geçip kulenin tepesinde , eşsiz boğaz manzarasına karşı bir kaç kadeh bir şeyler içmek ve denizin ortasında Üsküdar’dan,saray burnundan yayılan mis gibi bahar havasını koklamak.

Üçüncü gün Boğaz’ın tadını doyasıya çıkartma günüm.

Sabah erken saatlerde Emirgan’da denizden esen ılık rüzgarın eşliğinde zengin bir kahvaltının ardından ikinci köprünün altından geçip Boğaziçi köprüsüne kadar ağır ağır yürümek...Ortaköy meydanında yorgunluk atıp sahil kenarında onlarca fotoğraf çekip, köprüyü,Ortaköy Camisini ve kız kulesini görüntülemek.
Emirgan

Öğleden sonrayı Dolmabahçe sarayı ve yine boğaz hattında bulunan İstanbul Modern Müzesinde geçirip aynı gün geleneksel ve modern sanatların hazzını bir arada yaşamak.

Dördüncü gün Prens adaları günü..

Bu  maddeyi son bir kaç yıldır ada diye tutturmama karşın bir türlü organize edip gidemediğim için kendime bir serzeniş olsun diye ekliyorum.Sirkeci’den kalkan ada vapuru ile püfür püfür bir yolcuk sonrası Büyükada’da geçirilecek bütün bir gün!

Malum koskoca İstanbul dört güne sığmıyor,vakit yaratır,farklı zamanlarda gezerim derseniz seçenekler çok daha fazla.



Polonezköy’de şahane bir piknik,Belgrad ormanlarında keyifli bir yürüyüş,kavaklarda rakı&balık keyfi,Santral İstanbul,Koç Müzesi,Harbiye Askeri Müzesi,Sabancı Müzesi de sizi bekleyen alternatif rotalardan sadece bir kaçı...





14 Mart 2012 Çarşamba

SİNEK KIZI


Onu tanıdığım yıllar boyunca , kız  kardeşliğine,evlatlığına,kadınlığına,anneliğine,her şeye yetişmeye çalışırken asla kaybetmediği enerjisine ve hiç bir zaman azalmasına müsaade etmediği motivasyonuna derin bir hayranlık ve saygı duyduğum sevgili Sinek Kızı....
On parmağında on bir  marifet olan,üstelik tüm marifetleri  mükemmel bir senkronizasyonla ve yüzde yüz başarı ile sonlandıran kesinlikle "özel" bir insandır o.Nedir bu işin sırrı diye sorsalar vereceğim tek bir yanıt olur:"Sevgi"!Hayatına giren herkese ve yaptığı her işe kalbinde taşıdığı sonsuz sevgiyi katar.Bu yüzden yemeklerinde ayrı bir tat,anneliğinde ayrı bir şefkat ve dostluğunda apayrı bir vazgeçilmezlik vardır.

O kadar iyi kalplidir ki bu dünyadan değil galiba diye düşündüğüm ve bir kez daha sımsıkı sarılıp onu ne kadar çok sevdiğimi söylemek istediğim zamanlar çok olmuştur.Sadece kendi çevresindekilere için değil,elinin uzanabileceğini düşündüğü herkes için endişelenir ve yardım etme telaşına düşer.Bazen hamile bir arkadaşının evini temizler,bazen bir diğerinin diyet menusu için yemek yapmayı teklif eder,bazen birinin derdini saatlerce dinler, bezense hiç tanımadığı insanlar için yardım kampanyalarına katılıp,belki de yüzünü hiç görmeyeceği uzak diyarlardaki çocuklar için paketler hazırlar, yüzünde hiç eksilmeyen kocaman bir gülümsemeyle...

Bu harika insanın hayatında bir yer edindiğim ve ömrümün sonuna kadar hep yanı başımda olacağına adım gibi emin olduğum için kendimi hep çok şanslı hissettim.Hayatıma kattıkları , kalan bütün ömrümü adasam yine de  hakkını ödemeyi başaramayacağım türden.Bu bloga eklemek için bir kaç nostaljik fotoğraf seçmek istediğimde bunu daha da iyi anladım.


İlk karede Deniz doğmadan bir kaç hafta önce ağustos sıcağında Eminönündeyiz!Heves ve heyecan içinde şekercileri,süs eşyası satan dükkanları gezerken bilin bakalım yanımda kim var?Sonraki fotoğraf Deniz'in ikinci yaş gününden.Şahane hazırlanmış bir sofranın başında misafirlerin ağırlandığı ev kimin acaba?Ve hangimiz zır zır yapıp nazlanmak varken "omzumda kırık var ama sol kolumla idare ediyorum" diyebilecek kadar sıkı sıkıya bağlıyız hayata!

En çok papatyaları sever.Onlar kadar mütevazı,temiz ve kendi halindedir.Herkes tek nefeslik, mis kokulu  bir gülün peşinde koşarken, onun kıymetini bilen sadık bir sevgili yıllar boyunca aynı heyecan ile "seviyor,seviyor ve yine seviyor" oynayıp ona sonsuz bir mutluluk ve dünyanın en güzel çocuklarını vaadetmiştir.

Doğum günün kutlu olsun güzel ve yaşlanmayan insan!Bu dünyaya gelmemiş olsan halimiz nice olurdu...Bir ömür boyu sağlık,mutluluk ve sevgi dolu nice yaşlara!

Bugün seni sarıp sarmalyan coşkun bir nehir , yeni yaşında belki bir rüzgar ya da bir ırmak kim bilir :)


13 Mart 2012 Salı

AMSTERDAM " CAPITAL OF FREEDOM"



"Genelde yazılarımda teşekkürlerimi hep en sona saklıyorum.Bu defa en baştan söylemek istedim.Misafirperverliği ile harika bir hafta sonu geçirmemizi sağlayan ve bu yazıyı yazmama vesile olan,dünyanın en rahat şişme yatağına sahip çifti Deniz ve Anıl'a teşekkürlerimle..."

Kırmızı kadife ile kaplı duvarlar.Duvarda asılı abajurlar ve kenarları büyük kristallerle süslenmiş kocaman simsiyah bir piyano.Yüksek bar sandalyeleri üzerinde,piyanoya yaslanmış,solistin puslu sesinden yayılan melodilere kendini kaptırmış üç kadın...

Tartışmasız, hayatımda yaptığım en keyfili kaçamaklardan biri.Kadınlar günü bahanesiyle sevgili Pınar ile birlikte ver elini özgürlükler şehri Amsterdam!

Burda olmayı seviyorum.Tüm çılgınlığına,sınır tanımazlığına karşın tuhaf bir şekilde sakin,huzurlu ve insanı kendine çeken bir şehir. Burada insanın ruh hali de Amsterdam’ın muhtelif bölgeleri gibi bir coşup yükseliyor , bir sakinleşip dinginleşiyor.Uyuşturucu,seks,kültür,sanat,eğlence,sükunet ne ararsanız var.

Bu sefer çok fazla müze gezmek niyetinde değildik açıkçası.Ben daha önce Anne Frank House'a gitmiştim.Pınar da bal mumu müzesini görmüş.Van Gogh derseniz şu anda İstanbul'da bir Van Gogh sergisi var ve ben henüz onu bile ziyaret edebilmiş değilim.Vakit de kısıtlı olunca sadece Amsterdam History müzesi kafi olur dedik.

1200’lü yıllardan başlayıp günümüze kadar Amsterdam’ın geçmişini çok hoş bir sunumla,kısa videolar ve ilginç ilisturasyonlarla renklendiren kesinlikle görülesi bir müze.Bataklığın içine dikilen 12 mt.boyundaki binlerce kazıkla yaratılan bir şehrin hikayesi.Hollandalıların ‘Biz toprağımızı kanla değil terle kazandık”sözü bu müzeyi görünce daha da anlam kazanıyor.Burada ilgi çeken en önemli detaylardan biri 13.yy.da Amsterdam nüfusu 1.000,Londra nüfusu 40.000 iken Constantinapolis nüfusunun 450.000 olması!Her dönemde dünyanın en büyük şehirlerinden biriymiş İstanbul.
Bagijhnof Amsterdam
Müzenin hemen yanı başındaki,yaşlı ve yalnız Hollandalı bayanların ikamet ettiği "Bagijhnof"isimli mahalleye ve böyle bir uygulamanın var olmasına bayıldım.Birbirine yapışık sevimli Amsterdam evlerinden ve ufacık bahçelerinden oluşan bu mahallede yaşlı insanlar kimseye ihtiyaç duymadan bir arada huzur içinde yaşayıp gidiyorlar.Akla gelebilecek en mükemmel huzurevi görünümünde.Bahçesi yemyeşil,rengarenk çiçeklerle bezeli.İçinde ufacık bir de kilise var.English Reformed Church,1607 yapımı ahşap  bir kilise.Şanslı günümüzde olduğumuz için içeride oturup etrafı izlerken küçük bir piyano resitali de dinleme fırsatımız  oldu.Kilisenin avlu girişindeki yazı pek hoşuma gitti,paylaşmadan geçemiyorum;

“ within these walls let no one be stranger”

English Reformed Church

Kültüre bulanıp , huzura erdikten sonraki durağımız  genelevleri ile meşhur Red Light sokağı.Küçük pencereler içinde yarı çıplak müşteri bekleyen hayat kadınlarının ve bin bir türlü erotik show sunan tiyatroların önünden geçip kendimize uygun bir coffeshop arıyoruz.Kulağa çok tuhaf geldiğini biliyorum ama Amsterdam’da bütün bunlar gündelik hayatın bir parçası.Red Light o kadar turistik bir yer ki,etrafta gezinen pusetli kadınlara bile rastlamak mümkün.Erotik tiyatrolara gelince,Moulin Rouge ve Casa Rossa en bilindikleri.Emin olun , yanınızdaki 60 yaşındaki Çinli amcayı ya da Avrupa'nın kim bilir neresinden gelmiş izleyici teyzeleri görünce o show erotik bir show olmaktan ziyade gayet eğlenceli bir sahne gösterisine dönüşüyor.İki içki dahil 25-30 eu'ya merakınızı giderebilirsiniz.


“Deneyimlemek ve keyif almak” felsefem gereğince kalabalık olmayan bir coffeshopa uğramak ve Pınar’ı da bu suça ortak etmek istiyorum.Nihayet Red Light çıkışında çok da işlek olmayan bir yerde bir coffeshop bulup oturuyoruz.Gerisi malumunuz ; nerde kalmıştık efendim dünya gaz ve toz bulutu muydu neydi! Özendirici olmaması adına detaylara girmiyorum lakin unutmayın burası Amsterdam,özgürlükler başkenti!
Amsterdam’da bağımlılık yaratmayan marihuana ve uyuşturucu etkisi olan zehirli mantar serbest.Ne ilginçtir ki kapalı mekanlarda sigara içilmesi yasakken , içinde kimyasal madde bulundurmaması ve saf tütün olması itibariyle marihuana serbest.Dumanı diğer insanlara zarar verici nitelikte değilmiş.Hayal gücüm geniş olduğu ve başıma ne gelebileceğini kestiremediğim için mantar denemedim.”deneyimleme”konusunda almam gereken biraz daha yol var sanırım.

Coffeshoptan  çıkınca tatlı da tatlı diye tutturuyorum,acilen bir şeyler yemem lazım karnımın gurultusu İstanbul’dan duyuluyor! Şu anda nerde olduğunu tam anımsayamadığım hoş ve loş görünen bir cafede hayatımda içtiğim –belki de o an bana öyle gelen- en lezzetli sıcak çikolatayı yuvarlayıp hoooop gerçek hayata geri dönüyorum.

Akşam yemeği için sevgili Deniz ve Anıl şahane bir yer ayarlamış.İsmini anımsayamıyorum ama Aslı’nın deyimi ile “Ahşap bir barın etrafına oturup kuzu kemiren ve içki içen sosyal insanlar lokantası” diyebiliriz.Sarımsaklı tereyağı sosunda pişmiş salyangozun üzerine küçük bir kuzunun ön iki kolunu yuvarlayıveriyoruz.Aman allahım o ne lezzet.Aşçının arada bir gelip ortamda turlaması ve insanların nezaketen birbirine içki ısmarlaması çok hoş.Yine de siz siz olun üzerinde bir kurum ya da kuruluşa ait büyük bir ibare bulunan bir kıyafet ile gitmeyin Amsterdam’a. Kiminle nerede rastlaşacağınız belli olmaz...

Ertesi gün , bu defa Amsterdam’ı Deniz’in rehberliğinde gezmeye başlıyoruz.Kanallar,köprüler,meydanlar,enfes kahveler,Dutch stili içinde koskoca meyve parçaları olan kekler,kremalı sıcak çikolatalar,daha neler neler...Amsterdam’da zaman dursun istiyor insan. İkinci el eşyalar satan dükkanlara da bayıldım.Zamanım olsa bütün bir günümü her türlü ıvır zıvırı karıştırıp,deneyip çıkartıp buralarda geçirebilirdim.
Bütün bir gün,o köprü senin bu kanal benim gezdikten sonra Dam meydanının hemen arkasındaki dar bir sokakta , 400 yıldan fazladır geleneksel Hollanda içkisi genever satan Wijnand Fockink’e gidiyoruz.Ufacık bir dükkan, içi tıka basa insan dolu.Vefa bozacısına benziyor , sadece tek bir içecekle 400 yıldır,aynı yerde aynı gelenekle satış yapıyor.Genever bir çeşit likör ,içine istediğiniz aromayı ekliyorlar.Ben tatlı içkileri sevmediğim için limonlu içtim gayet güzeldi,tavsiye ederim.
Ve Amsterdam’da son akşam...
Seaweed Salad
Teppanyaki Nippon Amsterdam
Bugün yine kalkıp amsterdam’a gidecek olsam , bir akşam yemeği için mutlaka ve mutlaka uğrayacağım bir lokanta : Teppayaki Nippon! Sevimli bir Japon şef masanın ortasındaki kızgın zeminde seçtiğimiz yemekleri pişiriyor.İzlemesi de yemesi de ayrı keyif.Bu süper seçim için Deniz’e bir kez daha teşekkür etmek istiyorum.Tabakta kalan lokmaları paylaşmak da gecemize ayrı bir heyecan kattı.Yemeklerin ziyan olmasını önlemek için ilginç bir uygulama var.Sipariş verilip de bitirilmeyen yemekler için hesaba 1 EU ekleniyor.Çocukken annemin tepemde dikilip "tabakta bir lokma bile kalmayacak" deyişi geliyor aklıma.Aynı stresle tabakta kalanları birbirimize itelemeye çalışıyoruz :) En sonunda eeeh diyorum neyse farkı verelim de zorla yemeyelim yahu!Başta tuhaf gelen ama düşününce açgözlülüğü önleyen ve yiyebileceğin kadar sipariş et prensibini zorla da olsa benimseten mantıklı bir uygulama.

Amsterdam'da son akşam yemeğimizi böylesine keyifli kılan sadece yemeğin lezzeti,sunumun hoşluğu değil tabi...

On yedi sene evvel yatılı bir okulun devasa koridorlarında tanışan,geceleri gizli gizli "Lal" dinleyen üç kadın Amsterdam'da bir araya gelince konuşacak çok şey oluyor.Zaman geçmiş,köprülerin altından nice sular akmış,kimileri belli belirsiz izler bırakıp gelip geçmiş kimileri orda bir yerlerde hep var olmuş.Bana sorarsanız olgunlaşmış gibi görünsek de hiç büyümemişiz.Hepimizin hayalleri,geleceğe dair beklentileri,hevesleri ayrı.Her birimiz farklı bir fantezi peşindeyiz...

Nippon'dan çıkıp The Sopranos barda alıyoruz soluğu.İçerisi fazla kalabalık değil.Loş bir aydınlatma ve piyano başında hayranlık uyandıran bir solist.Son gecenin kasveti üzerimize çökmeden hoş beş edip geceye enfes bir nokta daha koyuyoruz.

Ertesi sabah dönüş vakti gelip çatıyor.Kanal manzaralı bir kahvaltıdan sonra , ufacık tefecik içi dolu turşucuk tadında küçük bir alışverişin ardından kırk yıl hatrı olan kahvelerimizi yudumluyor ve Deniz'e,çiçek pazarına,Amsterdam'a veda edip,özleyenlerin ve özlenenlerin şehrine geri dönmek üzere yola koyuluyoruz.Yine buluşmaya, farklı bir şehirde farklı bir maceraya yelken açmaya söz vererek...

İşte Amsterdam ile ilgili hayatınızı kolaylaştırıp vakit kazandıracak detaylar;

 
  • Şehri keşfetmeye tren istasyonuna dik uzanan en büyük cadde Damrak ile başlayabilirsiniz.Bu caddenin sağ tarafında ona paralel uzanan,pek çok dükkanın bulunduğu nieuwendjik caddesi ve sol tarafında red light district bulunuyor.
  • Yürüyerek gezilebilecek kadar küçük bir şehir esasında ama hava şartları müsaitse yerel halkın yaptığı gibi bisiklet kiralayıp hoşça vakit geçirebilirsiniz.Mümkün olduğunca şehirde araba kullanmayın.Otopark bulması hem çok zor hem de çok pahalı haberiniz olsun.
  • Müzeler konusunda oldukça tatmin edici bir şehir.Heineken müzesinde biranın imalat aşamalarını görebilir üstelik hemen oracıkta tadına bakabilirsiniz.Van Gogh,Amsterdam History,ilginizi çekiyorsa Damrak caddesi üzerindeki bal mumu heykel müzesini,yahudi müzesini,2.dünya savaşı sırasında Amsterdam'da ailesi ile birlikte gizli bir bölmede iki yıl yaşamış olan Anne Frank adlı talihsiz kızın saklandığı ev olan Anne Frank Huis'i ve hatta dövme-seks müzelerini gezebilirsiniz.
  • Benim gibi eski eşyalara meraklıysanız Waterlooplein bölgesindeki ikinci el dükkanları es geçmemenizi öneririm.
  • Çok turistik olacak biliyorum ama gitmişken bir kanal turu yapıp Amsterdam'ı farklı bir açıdan izlemeyi de ihmal etmeyin.Fazla vaktinizi almayan , en fazla 90 dk. süren keyfili bir tur.Hepi topu 10 eu ödeyerek şehrin pek çok bölgesini görebiliyorsunuz.
  • Yemek konusuna gelince: Atıştırmak için sıklıkla rastlayabileceğiniz patates kızartması satan dükkanlar var.Kocaman bir külahta üzerine çeşitli soslar dökülen patatesler oldukça lezzetli.Hem gezip hem bir öğünü geçiştirebilirsiniz.Şehirde hemen hemen tüm dünya mutfakları mevcut.İtalyan,Çin,Japon,Mexica.Zorlanmadan damak zevkinize göre bir yer bulabilirsiniz.Çok methederek anlattığım Japon lokantasının linkini de buyrunuz : http://www.teppanyakinippon.nl/
  • Gece hayatına ilişkin her türlü alternatifi bulabilirsiniz.İlginç kokteyllere ve lezzetli yemeklere sahip Werck  http://www.werck.nl/contact/ ,dingin bir gece vadeden The Sopranos Piano Bar http://www.sopranospianobar.nl/ ve çılgın bir gece için Escape bir kaç hoş öneri olabilir :) http://www.escape.nl/
  • Mazhar Alanson'un sevgilisine sarı laleler aldığı çiçek pazarı için beklentinizi yüksek tutmayın.Kanal boyunca sıralanmış çiçekçilerden oluşan yaklaşık 200-300 mt.boyunca uzanan küçük bir pazar.
  • Redlight District
  • Son olarak bildiğiniz keklerden çok farklı olan koskocaman içi meyve dolu havuçlu ya da elmalı keklerden tatmayı unutmayın.


        












1 Mart 2012 Perşembe

DUKAN YEMEKLERİ


Dukan diyeti ile ilgili sorulan soruların başında , protein ve sebze günlerinde hangi yemeklerin ne şekilde hazırlanabileceği geliyordu.Bundan önceki yazılarımda bu uzun soluklu ve %100 başarı vaadeden diyetin uygulama şekline ilişkin tüm detayları sizlerle paylaşmıştım.Sonrasında diyeti uygulayan arkadaşlarım da öğünlerle ilişkin detaylar isteyince bir kaç örnek yemek  ile işinizi kolaylaştırmak ve diyetinizi daha keyifli daha katlanılabilir bir hale getirmek istedim.

Saf Protein Günü Yemekleri :

  • Yoğurtlu mini köfte çorbası : Sürekli ızgara yemekten sıkılırsanız imdadınıza yetişecek harika bir çorba.Pirinçsiz hazırlayacağınız yayla çorbasına mini köfteler ilave ederek gayet basit ve lezzetli bir çorba elde edebilirsiniz .
  • Fırında kaşarlı köfe : Hazırlayacağınız biraz büyükçe köftelerin üzerine kolay eriyebilen kaşar peyniri rendeleyip fırına verebilirsiniz.Dukan diyetinde karbonhidrata yer olmadıgı için köfteye ekmek ilave edilemiyor . Köfte harcının daha kıvamlı , lezzetinin daha yoğun olmasını isterseniz içine biraz yulaf ezmesi ilave edeblirsiniz.
  • Soğanlı dana sote : Yağsız dana kuşbaşıyı , soğanları yemeklik olarak doğrayıp biraz sıcak su ve salça ile düdüklü tencerede yaklaşık 30 dk pişirdiğinizde çok lezzetli bir sote yapabilirsiniz.
Şimdiye kadar belirttiğim yemekler saf protein gününde ızgara yemek istemediğinizde diyetinizi bozmadan biraz değişiklik yapmanızı sağlayacak yemekler.Esas yaratıcılık protein+sebze günlerinde başlıyor.Farklı sebzelerle kendinize mükellef sofralar hazırlayabilirsiniz.Üstelik Dukan'ın kurallarını zerre kadar zedelemeden :

Saf Protein+Sebze  Günü Yemekleri :
  • Sütlü sebze çorbası : Sevdiğiniz sebzeleri tencerede haşlayın.(Patates hariç)Dilerseniz içine et-tavuk suyu ya da bulyon ekleyebilirsiniz.Sebzeleri blender dan geçirip çok sulu olmayan bir kıvama getirin.İçine kremalı tadında olması için biraz süt ilave edin.Tuzunu,baharatını kendi zevkinize göre belirleyin.
  • Fırında peynirli mantar: Sebze gününde ızgaranıza eşlik edecek,lezzetli bir granitür..Mantarları yıkayıp fırın tepsisine dizin ,üzerlerine de sevdiğiniz bir çeşit peynir,tuz ve karabiber ekleyin.15-20 dk. içinde hazır !
  • Ispanak kavurmalı biftek : Teflon tavada ıspanakları iyice suyunu saldıktan sonra üzerine bir miktar süt ve tuz ekleyerek kavurun.Diğer tarafta pişireceğiniz biftelerin üzerini ıspanak ile kaplayıp çok kısık ateşte 5 dk. lezzetlerin birbirine karışması için pişmeye bırakın.
  • Yumurtalı Pırasa Kavurması : Pırasaları çok küçük doğrayıp teflon tavada güzelce kavurduktan sonra üzerine yumurta kırıp karıstırın.Üzerine sarımsaklı yoğurt döküp servise hazır hale getirin.
  • Genelde herkesin sevdiği sarımsaklı yogurtlu samizotu salatasını da unutmayın.Sebze gününde dilediğiniz kadar bu salatadan tüketebilirsiniz.
  • Sütlü mantar çorbası : Farklı mantarları küçük parçalara ayırıp haşlayın.Ben kültür mantarını çok sevmiyorum , istediğim yoğun alabilemk için genelde istiridye ya da kestane mantarı kullanıyorum aklınızda olsun.Mantarlar piştikten sonra blenderdan geçirip ,üzerine süt ve baharat ekleyin.İşte size ana yemek öncesinde , kremalı mantar çorbasına yakın lezzette bir Dukan çorbası :)
  • Menemen ve çılbır da et yemekten bıktıgınızda öğününze renk katacak seçimler olabilir..
Öğünler,yemekler,irade vs. diyet yaparken önemli şüphesi.Ancak bedeninizle daha barışık olmak için çıktığınız bu yolda en çok ihtiyacınız olacak şey , sizi motive edecek birinin varlığı.Halinizden anlayacak birinin bıkıp usanmadan , gün içinde neler yediğinizi , o hafta ne kadar kilo kaybettiğinizi sizinle paylaşıyor ve sizi devam etmek için cesaretlendiriyor olması çok önemli.Asla yalnız olduğunuzu düşünmemelisiniz.Motivasyon düştüğünde ilk sarıldığımız jan janlı çikolata paketleri oluyor unutmayın.

Her türlü sorunuz için bu blog aracılığı ile benimle irtibatta olabilirsiniz.

Kolay gelsin :)