29 Şubat 2012 Çarşamba

NESTLE DAMAK



Bugün yollarımız yine ayrılıyor. Bu bir elveda değil biliyorum, sadece kısa süreli bir ayrılık. Sana olan bütün zaafıma karşın bedenimi ve ruhumu dinlendirebilmem için yazık ki bu ayrılık kaçınılamaz.

Şimdiye kadar zor günlerimde hep yanımda oldun. Ne zaman kendimi kötü hissetsem sana sarıldım . Lakin hiç bir şeyi olduğu gibi seninle olan birlikteliğimi de tadında bırakmayı beceremedim. Her zaman bende nefis bir tat bıraktın, seninle birlikte olduğum zamanlar hiç bitsin istemedim. Diğer taraftan seninle olan teşviki mesaimi sıklaştırdıkça bu süreli ayrılık daha da zaruri hale geldi. Kısa vadede seninle yaşadığım haz, uzun vadede kendimi kötü hissetmeme neden olmaya başladı...

Şimdi sana ve uzun süre anımsamamak için kendimi zorlayacağım eşsiz tadına veda edip kendimi kadim dostum Mr.Dukan'ın güvenli kollarına bırakıyorum. Ne de olsa beni dinginleştirip, kendimi daha iyi hissetmemi sağlayacak olan o. Başta mutsuz olacağımı, endorfine ihtiyaç duyup seni hayal edeceğimi biliyorum. Eğer bu defa zaaflarıma yenik düşmezsem çok değil bir kaç ay sonra belki yine kavuşuruz birbirimize. Bu ayrılık sana da iyi gelecek diyemiyorum. Sen bu süre içinde başkalarını mutlu etmeye devam ediyor olacaksın. Sen benim yerime başkalarını koyabileceksin ama ben asla!

25 Şubat 2012 Cumartesi

HAYATIMIN EN GÜZEL GÜNÜ ?!

Aylardan sonra,yine migren illeti ile başım dertte.Son iki gündür gözlerim şiş,kafam kazan gibi.Kafamın sol tarafında hafiflemek bilmeyen bir ağrı var.

Herşey dün  Pınar'dan gelen bir mesajla başladı..Tam metni anımsayamıyorum ama içerik olarak 'bugünün hayatınızın en güzel günü olduğunu düşünün öyle olsun' tadında bir mesajdı.Sonrasında başıma gelmeyen kalmadı.Öğleden sonra üzerime tam 4 orta şekerli kahve döküldü.Nasıl oldugunu anlamadım,asansorde ufak bir dengesizlik ve sallanan kahveler.Sağ elimin yandığına mı , tüm üstümün başımın rezil olduguna mı yoksa aynı kılıkla akşam bir iş yemeğine katılmak zorunda olduğuma mı üzüleyim bilemedim.Bir anda bütün sinirlerim ayağa kalktı.Dakikalarca sakinleşemedim ..Neyse ki kızlar sağolsun ıslak mendil ve nemli kağıt havlular lekeleri biraz olsun giderdi.

Bir kaç saat sonra düz yolda yürürken sağımdaki kaldırıma takıldım.Yere yapışmama ramak kala yanımdakiler kolumdan yakaladı.

Yine aynı günün akşamı tam da gün başka bir aksilik olmadan bitiyor derken kabus gibi bir haber geldi.Çalıştığım şirket satılmış.Öyle bir çırpıda söyleyiverince basit geliyor da  böyle bir haber alınca gözüne araba farı tutulmuş tavşan gibi kalakalıyor insan!

Bu makbul mesajı alan Tuğba'da dağda feci düşmüş.Başını öye fena çarpmış ki bir süre kendine gelememiş.Hastaneydi,acildi derken kolunda ciddi bir ağrı ile atlatmış bu kazayı.O da 'bugün benim hayatımın en güzel günüydü gerçekten' diye bir mesaj yollamış :)

Uzun bir süre bu tarz mesajları kabul edemeyeceğimi bildiriyor,sevgili dostlarımın anlayışına sığınıyorum.Ters tepiyor , başım beladan kurtulmuyor vesselam.

23 Şubat 2012 Perşembe

ÖZLEM

8.500 mt yükseklikten Midilli'ye bakıp ayak basamamak,sevgiliyi uzaktan görüp dokunup,doyasıya koklayamamak gibi...

Yine de günün ilk ışıkları altında gülümseyen Ege Denizi iyi geliyor insana.

Ayvalık üzerinden alçalan uçağın camına yapışmış,boylu boyunca uzanan Çamlık sahilini,Cunda'yı ve karşı kıyıda kollarını ardına kadar açmış beni bekleyen Midilli'yi izliyorum.Ben yukarıda bir yerlerde çocukluğumun geçtiği yerleri seçmeye çalışırken aynı anda babam tam da aşağıda derin bir sabah uykusunda olmalı.Birimiz yerde,birimiz gökte aynı gök kubbenin altında.Tam da Cemal Süreya ' nın dediği gibi ;

Bu şehirde
Sen varsın
Ben varım
Biz yokuz

19 Şubat 2012 Pazar

ŞUBATIN HERHANGİ BİR GÜNÜ

14 Şubat 2012

İşim erken bitti.Bir alış veriş merkezinde aylaklık edip,üstüme başıma indirimden bir kaç parça uydurmanın telaşındayım.Aylaklık deyince ilk işim soluğu D&R da almak oluyor.Rengarenk dergiler,DVD ler,merak uyandıran onlarca kitap.Burda olmayı seviyorum.

Etrafta el ele bir sürü çift.Merak ediyorum acaba tüm çiftler dışarı çıkmak için bugünü mü bekliyor yoksa kendilerini el ele tutuşmaya mecbur hissettikler için mi yapışık ikizler gibi geziyorlar? Beki de benimki sadece algıda seçicilik!Tabi ki hasetlenmiyorum.Sevgililer günü de neymiş canım.Bence sevgililer günü zaten sizi sevdğinizi bildiğiniz kişinin çiçekçi ve kuyumcuyu ihya etmesinden ibaret bir gün.Diğer taraftan hayatında biri olmayan ya da beklediği kişiden bir ses çıkmayanlar için gün bitime kadar süren ızdırap dolu bir bekleyiş, kocaman bir hayalkırıklığı.Sonrasında en erken 24 şubata kadar toparlanamayan bünyeler.

D&R da reyondan reyona salınırken belgeseller bölümünde takıldım.2.Dünya savaşı,Fransa'nın Cezayir Soykırımı,Sarıgelin başlıkları beni oracıkta bitirdi.Günün bütün motivasyonu,enerjisi uçup gidiverdi üzerimden.Bugün 'sevgi' günü oysa.Belgesel reyonunda ilk sıradaki üç yapım insanın insana ettiği milyonlarca zulümden bir kaçı olması tuhafıma gitti.DVD kapaklarındaki fotografları da görünce içimden koşarak mağazadan kaçmak geldi.

İyi bir şeyler de olmalı deyip soluğu MC Donald's da aldım.Epeydir kendimi fast fooddan mahrum ettiğim için canımın istediği gibi yiyip içmek istedim.Maksat yasakları delip,endorfin oranımı arttırmak.Kasadaki çocuğa seçimimi söyleyince 'abla o seni doyurmaz şundan verelim' dedi.Hay allah dedim iştahımın kabardığı çok belli oluyor demek ki,'Aslında ben pek aç değilim sadece açgözlülükten yemek istiyorum ' diyemedim tabi.Tavsiyeye uydum,yemeğimi aldım ve şöyle düşündüm.'Kendime yaptıgım sevgililer günü iyiliği: Big Mc Menu'...

FETİH 1453


2009 yılından bu yana bahsi geçen ve nihayet geçtiğimiz hafta izleyiciyle buluşan 'Fetih 1453' için olumlu ya da olumsuz yazılacak çok şey var.Konu türk ve dünya tarihinde iz bırakmış en önemli olaylardan biri olunca beklenti yüksek oluyor şüphesiz.İzleyicinin filmden neler beklediği de önemli tabi.Tarihsel gerçeklere daha fazla yer verilebilirdi,senaryo başarısızdı,oyuncular yetersizdi  gibi yorumların hepsine saygı duymak lazım.Herkes beğenmekte ve beğenmemekte serbest.

Lakin bugün çok sevip saygı duydugum bir müzisyenin filmle ilgili yorumu canımı çok sıktı.Entellektüel bir değelerlendirme yapmak demek,objektif görünmeye çalışırken komik duruma düşmek olmamalı.Bir kaç forumda da benzer yorumlar görünce yazmadan duramadım.Burada üzerinde bolca laf kalabalığı yapılan konu,filmde Türklerin kahraman gösterilirken karşı tarafın kötülendiği , bu nedenle filmin globallikten uzak olduğu ve uluslararası düzeyde beğeni kazanmasının mümün olamayacağıydı.Film tek taraflı bir bakış açısıyla yanlı olarak hazırlanmıştı.

Şimdi bu çok bilmiş ve 'tek taraflı bakış açısıyla yaklaşılmaması gerektiğini ' savunan aslında çok da taraflı entellektüellere bir kaç sorum olacak:

Pearl Harbour vizyona girdiğinde ülkemiz dahil  bütün dünyada büyük beğeniyle karşılandı.Peki bu film yüz binlerce sivil Japon'un katledilmesine neden olan atom bombasına kılıf uydurmak için çekilmedi mi? Öyle ya çılgın kamikaze Japonlar masum ve hümanist ABD donanmasına hain bir saldırı düzenlemişti.

Sinema tarihinde saygın bir yeri olan Braveheart 'da özgürlük için savaşan İskoçların karşısında,köyleri yakıp yıkan,kadınlara tecavüz,katleden eden İngiliz prensler yok muydu?Peki bunun karsında hiç bir İskoç aa film tek taraflı, global düzeyde değil gibi bir açıklama yapma gereği duydu mu?

İzleyenlerin özellikle savaş sahnelerinden çok etkilendiği ve büyük bir kahramanlık mücadelesi veren 300 Spartalı'nın hikayesinde de hepi topu 300 asker onbinlerce barbar Pers'e kafa tutmadı mı?

Ve son olarak 2009 en iyi film oskarının sahibi 'The Hurt Locker' filminde zavallı Amerikan askerlerinin kendi işgalleri altındaki Ortadoğu'da yaşadıkları sıkıntılar konu edilmiyor muydu?

Şimdi globallikten, dünya sinemasından yer edinmekten vs. bahsederken kimse bana sinema endüstrisinde filmlerin iki tarafın da eşit düzeyde kahraman ve hümanist gösterilmekte olduğundan bahsetmesin.Teknik ve görsel detaylar konusunda filmi Hollywood yapımlarıyla kıysalayanlar yukarıda sıraladığım örneklere de bakıversinler bir zahmet.

Filme gelince..Başta da söyledim pek çok açıdan yetersiz bulanlar olabilir.Ben beklentimi yüksek tutmadan hatta fragmanı bile izlemeden gittim.Bence Recep İvedik'in gişe rekorları kırdığı düşünüldüğünde bu filme kötü demek büyük haksızlık olur.Savaş sahneleri çok başarılıydı,'Cennet Krallığı' ya da 'Truva' filmlerindekiler kadar etkileyiciydi.Fethin en can alıcı konusu olan gemilerin karadan yürütülmesi biraz üstünkörü geçilmiş,daha iyi olabilir miydi..Evet.Oyunculara gelince Fatih her ne kadar 21 yaşında göstermiyor olsa da filmi izledikçe gözüme daha hoş gelmeye başladı.Bence sırıtmamış,oyunculuğu da iyiydi.Keşke Kenan İmirzalıoğlu oynasaydı diyenlere gülüp geçiyorum.Diğer taraftan Ulubatlı Hasan Fatih'ten daha ön plandaydı sanki.Seçilen oyuncuya bakılırsa bunun da olağan olduğu söylenebilir.Yönetmen iyi bir seçim yaparken Fatih'in gölgede kalabileceğini pek hesaba katmamış gibi.

Yorumlara kulak tıkayın,filme henüz vizyona girmeden forum sitelerinden birine girilen 500'den fazla eleştiri var.En kötü ihtimalle Recep İvedik'in seri üretime geçtiği Türk Sinema endüstrisine 10-15 tl destek vermiş olursunuz.






15 Şubat 2012 Çarşamba

KOSHER RESTAURANT IN ISTANBUL "LEVI"

Bu yazının başlığını özellikle seçtim. Biri es kaza arama sitelerine girip İstanbul'da yahudi kurallarına göre servis veren bir lokanta ararsa bu siteye ulaşabilsin diye.

Dün Karadeniz fıkraları tadında bir gece geçirdim. Şili kökenli, Güney Afrika vatandaşı musevi bir aile ile İstanbul'da İspanyol yahudilerine özgü yemekler yedim.

Cape Town'da yaşayan bir arkadaşım dört yıl kadar önce bizi bir günlüğüne ziyaret eden annesinin İstanbul'a geldiğini ve birlikte bir akşam yemeği yemek istediğini söyledi. Çok sevindim. Geçen seferki ziyaretinden Vilma'nın oldukça sofu bir yahudi olduğunu hatırladığım için hemen Nişantaşı'ndaki Carne lokantasını aradım. Meğer burası kapanalı tam bir yıl olmuş. Vilma beni aradığında alternatif bir koşer restaurant arayacağımı söyledim. Aradım taradım sadece bir tane  bulabildim. İstanbul gibi kozmopolit ve binlerce turist ağırlayan bir şehirde hepi topu bir tane koşer lokantası olmasına çok şaşırdım. Tabi şaşkınlıklarım bununla bitmedi.

Ulaşabildiğim tek lokantayı arayıp akşam yemeği için rezervasyon yaptım. Eminönü'nde bir hanın içinde yer aldığını duyunca garipsedim biraz. Hamdi'nin  hemen yanında diye yineledi telefondaki ses. Eminönü'nde tarif edilen yere gittim, aradım taradım etrafta lokanta namına bir yer yok! Tekrar telefona sarılıp bir yanlışlık olup olmadığını sordum. Derken demir bir kapının ardından anahtar sesleri duyulmaya başladı. Meğer han kapandığı için giriş kapısını da kilitliyorlarmış. Biraz tedirgin biraz meraklı bir tavırla demir kapıdan içeri girdim. 500 yıllık hanın girişinin ne kadar sefil ve korkutucu olduğunu anlatmak çok güç. Kırık dökük merdivenler, devrilmiş bidonlar, ordan oraya atlayıp çığlık atan kediler ve daha neler neler. Allahım ben nerdeyim, misafirlerimi nereye davet ettim derken , lokanta sahibi endişelerimi anlayıp  'merak etmeyin lokanta üst katlarda' dedi. İkinci katta buzlu camlı bir kapının üzerinde 'Levi Koşer Restaurant ' yazısını görünce biraz rahatladım. İçerisi az sayıda masası, küçük bir yemek vitrini, katalitik sobası olan tipik bir esnaf lokantası görünümündeydi. Duvarda Hahambaşılığın onaylı sertifikası ve etlerin üzerindeki mühürleri görünce doğru adreste olduğuma ikna oldum. Derken lokantanın sahibi ile sohbete başladım..

Öyle ya böyle bir yerde Yahudi lokantası açmak ve adım gibi eminim ki aslında pek de iş yapmayan bir işletmeyi ısrarla açık tutmanın sebebi neydi? Mehmet Bey büyük bir keyifle, işi babasından devraldığını, İstanbul'da tek yahudi lokantası olduklarını, onlar da kapatırsa yahudi yemeklerinin unutulup gideceğini anlattı. Aslında hiç iş yapmadığını bu yüzden lokantanın hem aşçısı, hem servis elemanı hem de bulaşıkçısı olduğunu söyledi. O kadar içten anlatıyordu ki o anda çok sofu bir yahudi olduğuna yemin edebilirdim. Siz de cemaatten misiniz? sorusuna aldığım yanıt beni şaşkına çevirdi. 'Yok abla biz müslümanız elhamdülillah. Erzincanlıyız. Babam rahmetli zamanında nerden akıl ettiyse açmış işte biz de devam ettiriyoruz'. Sonra, heyecanla, yemekleri ve hangi yörelere ait olduklarını anlatamaya başladı...

Bir taraftan da pencereden bakıp Vilma ile Alvin'in gelip gelmediğini kontrol ediyordum. Ufukta beklenen çifti görünce hemen aşağı inip karşıladım. Onlar hana girdiğinde doğal olarak benden çok daha şaşkındı. Lokantaya girip mühürleri, onayları görünce çocuklar gibi sevindiler. Bu vasat lokanta onlar için inanılmaz derecede kıymetliydi. Vilma sürekli, küçük ama çok temiz, eski ama servisi çok iyi gibi olumlu eleştirilerde bulundu. Bütün gün kendi kaidelerine uygun bir yer bulamadıkları için yemek yiyememişler. Lokantanın sahibine sitem etmeyi de ihmal etmediler. Bütün günü Yahudi Müzesi, Sinagog vs. gezip hiç birinden koşer bir lokantanın varlığına dair bir malumat alamamışlar. İnsan bir broşür bir kart bırakır dediler.

Etler özel olduğu için yemekler lezzetliydi, temizdi de. Lakin hesap dudak uçuklatıcı derecede yüksek geldi. Şekli şemali, ortamı ne olursa olsun 'özel' bir lokanta olduğu için fiyatlar astronomik. Gerçi bizim çift en nihayetinde yemek yiyebildiği için hesaba takılmadı. Hatta sadece bizim için mekanı açık tutmalarından dolayı oldukça hatrı sayılır bir bahşiş bıraktı.

Birileri koşer bir lokanta sorarsa gidilebilecek tek adres Levi, aklınızın bir yerinde bulunsun. Hamdi'nin hemen bitişiğindeki hanın ikinci katında. Akşam yemeği için arayıp haber vermek çok önemli. Yoksa demir kapıda öylece kalabilirsiniz.

4 Şubat 2012 Cumartesi

YAYILIN ÇİMENLERİN ÜZERİNE..

Hayat mutlu anların toplamından ibarettir.

Müthiş keyifli bir gece.Yorucu bir günün üzerine ilaç gibi gelen bir akşam yemeği.Fonda çok uzaklardan fısıltı gibi kulağımı okşayan melodiler.O kadar mutlu bir an ki aklıma bu cümle geliverdi birden.Yüzümde kocaman bir gülümseme,aklımda ordan oraya uçuşan sözcükler ve içimde tuhaf bir heyecan.

Ah ne çok severim seni Jacques Prevert!Hayatın anlamından, tadını çıkartmaktan vs bahsederken Prevert'i anmadan olur mu hiç..Her ayın son haftası bir üstada yer verelim dedim,beceremedim.Yannis Ritsos'dan bir kaç alıntı dışında bir payaşımım olamadı.Bu gece hazır bu dizeler aklıma gelivermişken,buyrunuz ve birer çentik atarak okuyunuz..


Bu yılı sağlıklı geçirdin mi?

Sağlıklı olduğun için hiç sevindin mi?

Bu yıl hiç güneş ışığıyla uyandın mı?

Kaç kez güneşin doğuşunu izledin?

Bir neden yokken kaç kişiye hediye aldın?

Bu yıl yeni doğmuş bir bebek, parmağını tuttu mu hiç…

Ve sen hiç onu kokladın mı?

Yaz gecelerinde ne çok yıldız olduğuna hiç şaşırdın mı?

Kendine bu yıl kaç oyuncak aldın?

Kaç kez gözlerinden yaş gelinceye kadar güldün?

Yaşlı bir ağaca sarıldın mı bu yıl?

Çimenlere uzandığın oldu mu?

Çocukluğundan kalan bir şarkıyı söyledin mi hiç?

Hiç taş kaydırdın mı su üstünden?

Kaç kez kuşlara yem attın?

Bir çiçeği dalındayken kokladın mı?

Bu yıl kaç kez gökkuşağı gördün?

Ya da hediye alan bir çocuğun gözlerindeki ışığı?

Kaç kez mektup aldın bu yıl?

Eski bir dostunu aradın mı hiç?

Kimseyle barıştın mı?

Aslında mutlu olduğunu kaç kez farkettin bu yıl?

İyi bir yılın bu gibi "küçük" şeylere bağlı olduğunu hiç düşündün mü?

Yayılın çimenlerin üzerine

Acele edin…er ya da geç…

Çimenler yayılacak üzerinize!

Jacques Prevert