29 Ağustos 2011 Pazartesi

MUTLU BAYRAMLAR

Çocukluğumda bayram ; kalabalık,telaş,neşeli bir curcuna demekti.Şimdilerde ise tam tersine olağan telaşlardan, İstanbul'dan uzakta geçirilebilecek en az 4 gün demek!


Bayramları doyasıya yaşayabilen son nesiliz sanırım.Benim çocukluğum kocaman bir ailede geçti.Aynı apartmanda babaannem,halalarım ile birlikte yaşıyorduk.Dolayısıyla bayramlarımız da oldukça kalabalık ve şenlikliydi.Sabahları evin erkekleri namaza gider, babaannem de bayram kahvaltısı hazırlığına girişirdi.O zamanlar da uykuya düşkün olduğumdan namaz saatlerinin bu kadar erken olmasına söylenirdim içimden :) Babamlar geldiğinde hep birlikte sofraya oturulurdu.Masada kenarları yaldızlı porselen takımlar ve özenle hazırlanmış çiğ börek olurdu mutlaka,çıtır çıtır, sıcacık..Ece , Müge ve ben kahvaltının ilerleyen saatlerinde sıkılıp itileşmeye başlardık.Çocukça didişmelerimize babaanneciğim nokta koyardı :


-E hadi bakalım bayramlaşalım artık,kim elimi öpecek önce?


Yerimizden fırlayıp ellerine sarılırdık,sonra sırasıyla dedem,annem,babam ve tüm aile ile bayramlaşırdık.Daima ilk harçlığımı babaannemden ikinciyi de Ayşem Halam dan alırdım.Bir de babaannemde badem şekeri ve iki ucu fiyonk şeklinde bağlanmış karamel şekerlerden olurdu,bayılırdım!Saat biraz daha makul olduğunda annemden izin isteyip konu komşuyu gezmeye başlardık.Çok eski bir devirden bahsetmiyorum,20 yıl önce çocuklar bayramlarda komşu evleri ziyaret edip şeker , mendil toplayabiliyordu.Böyle düşündüğümde oğlum ve akranları için çok üzülüyorum..Neyse başta evimizin hemen karşısındaki  TCDD lojmanlarında oturan Gülseren teyze olmak üzere cadde boyu sıralanmış tüm komşulara uğrardık.


Öğleden sonra anne tarafına ziyaretler başlardı.Kahvaltı nasıl babaannemde yapılıyorsa , aksam yemegı de teyzem ve dayımla anneannemde yenirdi.Şahane turşular yapardı anneannem ,sofrada mutlaka rengarenk tursular olurdu.Bayram akşamı da sabahı gibi şenlikli ve neşe içinde geçerdi.


Ve 20 yıl sonrasının bayramlarında , hayatın olağan telaşlarından bıkıp usanmış anne babalar çocuklarını da alıp sakin ve dingin yerlere kaçıyorlar-kaçıyoruz.Bayramlaşma için teknoloji var çok şükür.Bir kaç sms,facebook mesajı ve bir kaç dakika süren telefon görüşmesi yetiyor da artıyor bile.İstanbul'da kalsak,çocuğu el öpmeye gönderecek konu komşu,mahallede serserılık edecegı arkadaşı,harçlıklarıyla kosup şekerleme alacagı mahalle bakkalı da yok nasılsa..


Sevgi ve huzur dolu nice mutlu bayramlara..

26 Ağustos 2011 Cuma

ADRİYATİĞİN SESSİZ KRALİÇESİ - VENEDİK


Bu gece biraz temiz hava ve odamı süsleyen bir buket kır çiçeği eşliğinde defalarca gidip hiç bıkmadığım bir masal şehrine uzanmak istiyorum.

Aslında 'Venedik bir masal şehri değil masalın ta kendisi'. Daracık, rutubet kokan sokaklar, yüzlerce kanal, irili ufaklı  köprüler ve hayranlık uyandıran yapıları ile her gidildiğinde tadı damakta kalıyor. Benim gibi 'eski' meraklıları için tam da biçilmiş kaftan.

Yüzlerce yıl önce nasılsa şimdi de aynı, ne bir taş oynamış yerinden ne de bir bina yıkılıp yerine yenisi yapılmış. Sihirli bir değnek zamanı dondurmuş adeta. Her şey yüzyıllar öncesinde kalmış, değişen tek şey dünyanın dört bir yanından buraya akın eden insanların silüetleri...








Venedik'te bir masalın ya da hiç uyanmak istemediğim bir düşün içinde hissediyorum kendimi. Dar sokaklar boyu yürürken birden beklenmedik bir meydan çıkıveriyor karşıma. San Marco hariç meydanlar birbirine çok benziyor. Bir kilise, bir kuyu, bir çeşme ve bir sürü güvercin...En son gittiğimde Vivaldi'nin Venedik'li bir kilisede rahip olması anısına pek çok kilisede Vivaldi dinletileri organize edilmekteydi. Bir orta çağ kilisesinde Vivaldi dinliyor olmanın hazzını anlatmak gerçekten çok güç. Yolunuz Venedik'e düşerse yapılacaklar listesinde ilk sıraya not etmenizi öneririm.

Sokaklar, meydanlar derken bütün yollar San Marco'da birleşiyor. Zaten Venedik'e varır varmaz sarı-siyah iki tabela sürekli yön gösteriyor. Biri Büyük Kanal üzerindeki Rialto köprüsünü işaret ediyor, diğeri de San Marco meydanını. 'Dünya tek bir devlet olsaydı başkenti İstanbul olurdu' diyen Napolyon San Marco için de 'Avrupa'nın salonu'yakıstırması yapmış :) Gerçekten çok etkileyici bir meydan, saat kulesi de görülmeye değer.

Olmazsa olmazlardan biri de Rialto köprüsünden geçmek ve Büyük Kanal üzerindeki gondolları,vaporettoları izlemek. Bu köprünün altında ya da üstüne öpüşmenin aşkı köprü gibi sağlam kılacağına inanılıyor. Kulağınızın bir köşesinde olsun. Romantik bir seyahat planlarsanız Rialto'ya uğrayın.

Venedik deyince akla ilk gelenlerden biri de dillere destan karnavalı. Şubat ayında herkesin rengarenk Venedik maskeleri ile dolaşıp çılgınca eğlendiği bu karnaval tam 800 yıldır kutlanıyor. Aralıksız olarak kutlanıyor diyemiyorum çünkü tarih boyunca iki kez maske takılmasına ve karnavalın düzenlenmesine izin verilmemiş. Biri Napolyon'un Venedik'i aldığı dönem, diğeri de Mussolini dönemi. İkinci dünya savaşı sonrasında ise karnaval çok daha büyük bir coşku ile kutlanır olmuş. Henüz görme şansım olmadı ama dünyadaki en renkli karnavallardan olduğu şüphesiz. Maske takılmasının altındaki anlam da manidar. Yüzlerin maske ile örtülerek kutlama yapılması ile kişiler arasındaki sosyo ekonomik farklılıklar ortadan kalkmış oluyor.


Yorgunluğunuzu atmak için irili ufaklı cafelerde kahve içmeyi, gondol sefası yapmayı ve pek tabi ki Murano&Burano adalarını ziyaret etmeyi unutmayın.

Seyahat planlarına ilişkin işte bir kaç ipucu:

  • THY ile direk uçuşlar mevcut.Milano'dan da yaklaşık 2,5 saat süren bir araba yolculuğu ile de ulaşım sağlayabilirsiniz.
  • Araba ile giderseniz aracınızı şehrin girişindeki otoparklardan birine bırakmak ve günlük 20 EU otopark ücreti ödemek zorundasınız.
  • Venedik'in içinde yürüyerek gezmek en güzeli ama vakit dar ya da büyük kanal boyunca gezinti olur derseniz Vaporettoları kullanabılırsınız.Büyük kanalın hemen hemen her noktasında bir iskele bulunuyor.
  • Konaklama için fiyat olarak daha uygun , konfor olarak daha yüksek olan kara kısmındaki yerleşim bölgesi Mestre'yi tercih edebilirsiniz.Fakat gitmişken Venedik'in gecesini de yaşamak lazım , bir Venedik evinde konaklamalı derseniz Venedik'in içinde de pek çok otel mevcut.Bu otellerin çoğu eski evlerden bozma,ilginç yapılar.Benim tercihim her zamanki gibi 'eski'den yana oluyor :)Unutmadan Mestre'de kalırsanız Venedik'e Vaporetto ile geçmeniz gerekir.
  • Yeme-içme konusunda Italya da olan hersey burada da mevcut.Pizza&şarap&tiramusu üçlemesiyle hoş bir öğün geçirebileceğiniz gibi,daha lüks lokantalarda canlı müzik farkı da ödemeyi öngörerek çok daha afili bir yemek de yiyebilirsiniz,size kalmış.Fiyatlar ortalamanın biraz üzerinde ama dünyanın en turistik yerlerinden birinde ödemeyi düşündüğünüz hesaptan kesinlikle daha az bir ödeme yapıyorsunuz.
  • Görülecek belli başlı yerler ise : San Marco Meydanı,Saat Kulesi,San Marco Bazilikası,Duka Sarayı,Çan Kulesi,Rialto Köprüsü
  • Unutmadan , gondolda keyif yapmak oldukça pahalı ama bir kaç kişiyseniz daha kabul edilebilir bir ücret ödeyebilirsiniz.Bana sorarsanız gitmişken sempatik gondolcuların sohbetine iştirak ederek 20-30 dk.Venedik'in güzelliğini suyun içinden izlemeye değer.
Son söz ;

Yalnız gitmeyin! O kadar romantik ki yalnızlıgınızı acımasızca yüzünüze vurur.Yok yanınızda değil de  kalbinizde birini götürüyorsanız daha kötü,can acıtır ,benden söylemesi..



10 Ağustos 2011 Çarşamba

Gümüşsuyu'nda Bir İtalyan-PIZZERIA PIDOS



Dün akşam yine Pidos'daydım.Farkettim ki ne zaman yolum Taksim civarına düşse son durağım burası oluyor.Ayaklarım beni dosdoğru Gümüşsuyu'na  götürüyor.İstiklal 'in kalabalığına karışmadan, güleryüzlü bir servis ve enfes yemekler için değişmez adresim.

Bazen sadece bir kadeh Sarafin sauvignon blanc eşliğinde birilerini bekliyor oluyorum , bazen de dün akşam gibi bir fincan kahve ve güzel bir kitap eşliğinde keyif yapıyorum.Yeşil beyaz ekoseli masa örtüleri , duvarları süsleyen siyah beyaz fotograflar ve huzur veren dekorasyonu ile kendimi İtalya'da hissettiyor,belki de bu yüzden çok seviyorum Pidos'u.

Bu yaz o kadar sık gitmişim ki , dün akşam servis elemanlarından biri ile şakalaştık ' burası bizim evin mutfagı gibi oldu 'dedim.Her zamanki gibi menuyu uzatmadan sordu ' Yemek alacak mısınız yoksa bir aperatif eşliğinde vakit mi geçireceksiniz ?' . Bugün fazla vaktim yok dedim, bol köpüklü bir cappucino ve buz gibi su yeter de artar bile.Sabahtan beri sırtımda taşıdığım bilgisayarımı , küçük bir valiz haline gelen omuz çantamı ve üzerime çökmüş günün bütün yorgunluğunu masaya bırakıp salı gününe şahane bir nokta koydum.



Her daim sakin ve çok hoş bir ambiyansa sahip , gerçek İtalyan lezzetlerini tadabileceğiniz , farklı şarap alternatifleri sunan , üstelik hizmet-fiyat dengesine göre hesabı öderken gayet mutlu ayrılacağınız  bu pizzeriayı vakit kaybetmeden keşfedin.

Ve son olarak işte benim tercihlerim:

Başlangıç : Parmesan & Fume Et
Ana Yemek :Pazı yaprağında Levrek ya da Pizza Filetto
Tatlı : Panna Cotta
Kırmızı Şarap : Cabarnet Sauvignon Merlot

Afiyet Olsun :)


Pizzeria Pidos :Dünya Sağlık Sk. No:13 Gümüşsuyu
Tel : (0212) 249 40 40

8 Ağustos 2011 Pazartesi

BEDENE DEĞİL RUHA ESTETİK GEREK

Kelliğe ve şişmanlığa çare bulan yüzyılın mucidi sayılır, yedi sülalesi de ihya olur diyordum. Kadınların sonu gelmez kilo şikayeti ve bedeninden memnuniyetsizliği Malum günümüzün kadını da erkeği de kişisel bakımını son derece önem veriyor.Görsellik önemli,estetik kaygılar tavan yapmış vaziyette.Botoks,lipo,kesme-germe operasyonlarına şıp diye karar verilip dünyanın parası ödeniyor.Artık tüm bu uygulamalar lüks değil bir gereklilik.

Dış görünüşü hallettik diyelim,beğenilmeyen kemerli bir burun , kalın bir bacak ya da mutsuz eden ince dudakları yaptırdık.Peki ya içimizde,ta derinlerde duran duyguları nasıl istediğimiz gibi şekillendireceğiz? Esas mesele bu.Ruhun eski ve soluk yüzü bedene yansıdığı sürece güzellikten bahsedilebilir mi hiç..

 O halde bu listeye bir ilavem daha var.Duygulara lipo yapıp , istenmeyen tüyler gibi istenmeyen duyguları da yok edebilen değil yüzyılın gelecek yüzlerce yılın mucidi olur.

* Doktor bey azıcık aşk acısı çekiyorum , durumlar da düzelecek gibi değil.Umutsuz bir vaziyet.Sen gel benim şu yüreğime doğru batan 'kıpırıtıyı' bir törpüle.Rahat bir nefes alayım.

Ne dersiniz hoş olmaz mıydı ?

4 Ağustos 2011 Perşembe

JE SUIS MALADE ...'Hastayim'

Bu ara sıklıkla dinledğim iki şarkı var.
Biri arabeskin kraliçesi Sezen Aksu'nun sevdiğim ender şarkılarından biri ,diğeri de Lara Fabian'ın müthiş yorumladığı bir şaheser.Geçen gece damardan bir şeyler istedi canım,her daim hoş beş olmuyor.Bazen de canı yansın istiyor insan ,dinlediği şarkı alıp götürsün uzaklara.
Bir tarafta , arkasını dönüp gidemeyen,kimseyi hayatından çıkartmayan Sezen ,diğer tarafta terkedilmiş ve hayatın tüm anlamını kaybetmiş Lara.İki farklı lisanda ,iki farklı yorum.Hissettirdikleri ise şaşırtıcı derecede aynı.Giden - gidemeyen- ya da kalan olmanın ne önemi var , söz konusu olan bir vazgeçiş olduğunda...

http://www.youtube.com/watch?v=bIIL5p7_WKk

http://www.youtube.com/watch?v=km0ewWCZDCk

je ne rêve plus
je ne fume plus
je n'ai même plus d'histoire
je suis seule sans toi
je suis laide sans toi
comme une orpheline dans un dortoir
je suis malade
complètement malade
comme quand ma mère sortait le soir
et qu'elle me laissant seule avec mon désespoir

....

rüya görmüyorum artık
sigara da içmiyorum
artık bir öyküm de yok
sensiz dağılmışım ,sensiz yerlere saçılmışım
bir yetimhanedeki öksüz gibiyim
hastayım
tam anlamıyla hastayım
tıpkı annemin geceleri
beni umutlarımla yapayalnız bırakıp gittiği gibi

....