28 Mayıs 2014 Çarşamba

KIRMIZI


Pişman olmaktan korkmuyorum dedi. Kendinden emin ve ne yapacağına çoktan karar vermiş durumdaydı. Eğer ki pişman olursam buradan çekip gider, en fazla üç beş gün sürecek bir iç sızısıyla baş başa kalır, sonra da hayatıma kaldığım yerden devam ederim. Biraz aklımı kullanmayı becerebilirsem milyonluk bir şehirde yakayı ele vermemeyi de beceririm. Muhtemelen bu akşam üstünü bir daha da anımsamam.

Fakat pişman olmazsam ki şimdiye kadar hiç olmadım işte o zaman durum biraz daha zorlaşabilir. Zerre kadar umurumda olmadığı durumda tekrarlamak isteyebilirim. Ne kadar kötü, korkunç ya da alçakça olduğu mühim değil. Evet evet kesinlikle pişman olmaktan değil, pişman olmamaktan korkuyorum. Kalbimin derinliklerinde ufacık da olsa bir insaf kırıntısı kaldıysa,  bu gece pişmanlıkla ağlayıp affedilmek için tanrıya yalvarıp yakarmalıyım.

Güneşli bir akşamüstü. Hava sıcak, İstanbul telaşlı. Telaşı hiç sevmiyordu. Hele ki dar vakitlere sığıştırılan işlerden nefret ederdi. Ağustos ayının tam da ortasında, kavurucu bir günde, ona son bir şans tanıyacaktı. Daha sakin bir gün olsa olmaz mıydı sanki. Yine bitip tükenmez hedefe koşma sendromlarımdan birisi diye kendi kendine söylendi.  Kırk yıl düşünüp, bir anda karar verip, aynı dakikada gerçekleştirmek istemek!

Kalabalıktan sıyrılıp, kendini içine attığı takside telefonun mesaj kutusuna düşen adresi bulmaya çalışırken, bir yandan da üstünün başının haline hayıflanıyordu. Ayakkabılarının ince süet bantları terden kayıp sinir bozucu bir şekilde aşağı düştüğü için sürekli eğilip ayakkabılarını çekiştirmek zorundaydı. "Kahretsin" diye söylendi.  Dar kesim jean pantolon da terden üzerine yapışmıştı. "Ben olsam şu halimi kapıdan içeriye dahi sokmam."

En üst kattaki dairenin devasa  kapısı ardına kadar açıktı. Gülümseyen yüzü öyle güzel ki kendisini beklemekte olduğuna inanamıyordu. Bu bir hayal olabilirdi ancak. İçinden keşke beni sevmiş olsaydı diye geçirdi. Keşke bugün beni beklerken şehvet yerine şefkat dolu olsaydı gözlerin. Saçlarımı okşayıp, boynumun kokusunu çekseydin içine derin derin. Yanaklarımın güldüğümde belirginleşen, gözlerime en yakın yerinden öpmeyi düşleseydin. Ah ah keşke sevebilmiş olsaydın beni. Her şey ne kadar da farklı olurdu.

Biraz ürkek biraz çekimser bakışlarla süzüyordu etrafı. Yabancı bir yerde olmak ne tuhaftı. Şimdi kafasından geçenler biraz daha zor görünüyordu gözüne. Keşke aptallık etmeyip bu son şansını iyi kullanabilse diye geçiriyordu içinden. İçecek bir şey isteyip istemediğini sorduğunda olur dedi, içeceğin ne önemi varsa...

Fazla konuşmadılar. Sohbet yok, aşk yok. Onca yokluk arasında hızlıca sürükleniverdiler. Parmak uçlarını vücuduna bastırıp her noktayı, hafızasına kazımaya çalıştı. Tüm bedeninin bir haritasını çıkartıyordu zihninde. Kulaklarından ensesine, kürek kemiklerinden sırtına ve beline kadar indi elleri. Terinin kokusunu çok seviyordu. Vanilyayla karışık iyot kokuyordu. Titredi sonra, içi ürperdi. Belki de üşüyor görünüyordu, sırf sarılsın diye...

Olduğu yerden doğrulurken " Ya sana aşık olursam? " diye sordu.

Kocaman bir kahkahayla savuşturdu soruyu. Bu bir kaç saatten sonra ona aşık olmasından daha doğal bir şey olamazmış. İçinden, aptal dedi! Bir kaç saatlik iş mi bu ? Duymak istediği cevap kesinlikle bu değildi. Ben sana yıllardır saplantı derecesinde bir aşkla baplıyım, bir türlü kendimi bu girdaptan çekip çıkartmıyorum. Ya sen ölmelisin ya da ben buna bir son vermek için diyemedi. Sadece sustu ve bir kez daha şansını denemek istedi.

"Peki ya sen bana aşık olursan? " diye sordu bu defa.

"Bu mümkün değil. Hayatımda biri var, sana en başından söylemiştim.  Hatta yataktaki yastıklar onun hediyesi. Tuhaf gelebilir ama hep bir şekilde yanımda olsun istiyorum. O yüzden bir başkasıyla kaçamak yaptığımda ya aşık olursam gibi bir endişem yok. Rahat olabilirsin yani."

"Bir başkası" sözü fazlasıyla can yakıcıydı. Dünyanın en ağır küfründen beterdi. Gözleri kararıyordu. Artık kararından kesinlikle emindi. Bir kez daha yatağa çağırdı. Duygusuz, ruhsuz bir ses tonuyla. Tam da istediği gibi. Sırt üstü yatıp, ellerini ensesinde birleştirip saçma şeylerden bahsetmeye devam ediyordu. Kafası karmakarışıktı. Söylediklerinin tek bir kelimesini dahi anlamıyordu. Yüzünü yüzüne iyice yakınlaştırıp, gözlerinin içine baktı. Tenini kokusunu içine çekip, aniden, saçlarını yüzüne doğru savurup, sağ eliyle konsolun üzerindeki döküm şamdana uzandı.

Birden bire beyaz badanalı oda, aşkın rengine bürünüverdi...Yastıkta kıpkırmızı bir ıslaklık, bütün gücünü kullanmış olmaktan bitkin düşen vücudu alev alev, yanakları al al. Burnunun ucundan damlayan bir damla ter yatağa yayılan kızıllıkla birleşip, akıp gidiyordu.


20 Mayıs 2014 Salı

EKSİKSİZ


Her şey yerli yerinde. Dolunay yüzünü göstermeye başladı. Kumsalın ardı sıra yükselen, renkli ışıklarla bezeli gökdelenlerden sıyrılıp selam verebilmenin derdinde. Dönüp bakıyorum, hangisinde yaşamak daha cazip görünüyor diye. Hepsi devasa boyutta, ihtişamlı ve olabildiğince sevimsiz. Bu heybet, bu dünyaya yukarıdan bakış ürkütüyor beni. Yine de bir tercih yapmam gerekse, daha geride duran, küçük balkonlu ve nispeten daha mütevazı olanı seçerdim sanırım.

Kaç gündür gözlerim yollarda. Bugün tam olarak kaçıncı ayın hangi günüydü unuttum. Bir an için takvimi kafamdan silip, dünyevi ayrıntıları bir kenara koymak istiyorum. Fakat ayın ortaları olduğuna göre ay da dolu olmalı bu gece hem de dopdolu. Nihayet beliriyor. Gözlerimi kısarak bakıyorum. Dolunay işte! Belki de ben öyle olsun istiyorum. İkinci kez bakıyorum, biraz eksik kıyısından. Olsun varsın. Benim için bundan daha dolu bir ay olamazdı nasıl olsa. Gecede bir lokmacık eksik de o bir tutam ay ışığı oluversin.

Her şey yerli yerinde. Kumsal düşündüğümden de sakin. Denize en yakın yerde oturmak için yer açmış, bizi beklemekte. Yazın kavurucu sıcağı henüz içine işlememiş. Ayakkabılarımı çıkartıp ilk adımı attığımda hafiften ürperiyorum. Oturduğum yerde ayaklarımı okşayan kum incecik. Arada bir huylanıp, gülümsüyorum. Yönümü değiştirecek olduğumda, her bir kum tanesinin üstüme yapışıp kaldığını hissedebiliyorum. Kumsal bu gece olabildiğince konuksever. Sarıp sarmalıyor her yanımı, sorgusuz sualsiz...

Her şey yerli yerinde. Deniz dingin. O benim halden anlayan kadim dostum. Bu gece de yalnız bırakmadı sağ olsun. Kalbimin ritmini yavaşlatmakta üstüne yok. Ne vakit karanlığa doğru bakıp derin derin iç çekmeye ihtiyacım olsa, soluğumun kesileceğinden telaş etsem elimden tutar. Kendini bana bırak der usulca. İki elimi yanaklarıma yaslamış, dizlerimi bükmüş oturuyorum. Bu kadar eksiksiz olabilir miydi bir resim? Bu kadar tatlı olabilir miydi bir mohito? Ya da bu kadar kısa olabilir miydi gece...?