17 Mayıs 2016 Salı

#yirmidortsaat #sitem

“ Günaaaaaydıııııınnnn Cizre ”

Güneş yüzünü göstereli saatler olmuş, yine de gecenin karanlığı, kasveti pılını pırtısını toplayıp gidememişti.  Bir ufacık aydınlanma, belki sebepsiz bir tebessüm için genç kadın telefonun diğer ucundan böyle seslenmişti  bu sabah.

Bu coşkulu selamlamaya karşılık,  Ali her zamanki sakinliğiyle sakinliğiyle günaydın diyebildi sadece. Yalın, ruhsuz baştan savma bir günaydın.

 Memleket yangın yeriyken sorulacak en saçma soruyu sordu sonra.

“ Asayiş berkemal mi? “

- Genç bir askeri sakinleştirmeye çalışmak dışında bugün ortam sakin. Geceden beridir merdiven boşluğunda yere çöküp için için ağlayan, civar köylerden gariban bir çocukcağız.  Geçen hafta on yedisindeki kız kardeşi anasına babasına kızıp dağa kaçmış. İki gecedir ağır bombardıman var. Dağlarda delik kovuk bırakmadan sığınaklar ateşe veriliyor.  On kilometre ötede yanan meşe ağaçlarının kokusu buraya kadar geldiğinde kardeşimin saçları tutuştu diye kendini yerden yere attı.

- Belki evine geri dönmüştür, pişman olmuştur. Hem insan ne diye ailesine kızıp yirmilik masumları öldürmeye, ölmeye gönüllü olur? Çocuk oyuncağı mı bu?

 - Sevdiğine vermemişler kızı. Pişman olacak kadar zamanı olabildiyse çoktan geri dönmeye çalışıyordur…Yoksa geçmiş olsun.

Bütün bunlara neyin sebep olduğunu anlıyorsun değil mi dedi.

- Anlıyorum, aptallık.

Hayır, aşk dedi kadın.

İkisi de aynı değil mi zaten dedi adam.

Kadın sustu.

Bana güzel bir şey söyle dedi usulca.

- Bu kadar coşkun akan dere görmedim hiç. Bu çorak coğrafyanın ortasında, içinde yüzlerce renk taşıyor gibi akan sayısız su pınarı var. Görsen şaşırıp kalırsın. Araçtan inip elimi suya değdiremedim ama öyle güzel öyle temizdi ki bir an için her şeyi unutturdu.

Belki bir gün, ortalık sakinleşince birlikte gideriz dedi, hala birkaç güzel söz duyabilmeyi ümid ederek…

Ali sustu bu defa.

Derin bir sessizlik hattın iki ucunu da delip geçerken,  içinden gelen sesi daha fazla bastıramayarak mırıldandı:

- Biliyor musun, benim de saçlarım tutuştu. Hem de çok uzun zaman önce ve senin hiç haberin olmadı.

Ali söylediklerini duymuştu.

Aniden odanın her yanına ateşler saçan bir yıldırım düşmüş gibi darmaduman oldu etrafı. Baktığı her yer yanıyordu, bütün eşyalar gözünde alev topuna dönmüştü. Onca çatışmanın ortasında kalmış, nice şehirlerin yerle bir olduğuna şahit olmuş ve aynı teşkilatta omuz omuza görev yaptığı insanlar tarafından sırtından vurulmuştu ama hiç bu kadar aciz hissetmemişti.  Ne diyeceğini bilemedi. Sol elindeki ince alyans etinin içine geçene kaçar yumruğunu sıktı. Kaşları çatık, bakışları öfke bürülüydü. Sonra en iyi bildiği şeyi yaptı. Yıkılmışlığını ve öfkesini yok sayıp içinden fışkıran büyük kelimleri yuttu. Sesini alçaltarak, usulca sordu :

- Peki ya ellerin? Ellerin de tutuştu mu?

 

12 Mayıs 2016 Perşembe

ACI DEDİĞİN NEDİR Kİ?


İşkence müzesinin merdivenlerinden ürkek bir serçe gibi iniyorum. Her an pırr diye gerisin geri kaçıverecek kadar da temkinliyim.  Sanki daracık taş merdivenden iner inmez siyahlara bürülü, eli baltalı bir cellat kolumdan tutup beni derin ve karanlık delhizlere tıkıverecek. Günler ve geceler boyunca sesimi kimselere duyuramayıp ya soğuktan ya da açlıktan son nefesimi verip yok olup gideceğim. Eyvahlar olsun!  Zaten benim gibi iğneden bile korkan, kan görünce fenalaşan, acı eşiği son derece düşük birinin burada ne işi var?

Her şeyin sorumlusu içimdeki bitmez tükenmez merak. Daha görülecek çok yer, tanışılacak çok insan ve yaşanacak çok ilk var derken hooop kendimi böyle uzak bir diyarda, yüzyıllarca hapishane olarak kullanılmış sevimsiz bir köşede buluveriyorum . Hem zaten tüm deneyimlerin eğlenceli olduğunu da kim söylemiş ? Hatta bazıları can yakıcı bile olabilir. Artık bahtımıza ne çıkarsa.

 Hemen mekâna dair felsefi bir yorum yapıp içeriye girebilmek için kendimi cesaretlendiriyorum.  " Bedensel acı dediğin nedir ki? Mühim olan ruhumuzdaki kapanmaz yaralar. Üfleyince geçmeyenler…"

Peki , itiraf ediyorum ki  bu felsefenin geçerliliği kemikleri birbirinden ayıran gerçek bir düzenekle tanışına kadar geçerli oldu. Doğal olarak tüm araç gereç, o dönemde temin edilebilen ahşap, demir gibi materyallerden yapılma. İlk bakışta ne işe yaradığı anlaşılamayan mekanizmalara, ucu sivriltilmiş kalın kütüklere, altında ateş yakılan bronz levhalara yaklaşıp uygulamanın detaylarını okuyunca koşarak kaçma hissi uyanıyor. Büyük, küçük her türlü suç için geliştirilmiş bir ceza tekniği var. Hiçbir şey es geçilmemiş.  Ayyaşlık edip ahaliyi rahatsız edenin içine kilitlendiği bir şarap varili de mevcut, kavgaya karışmış kadınları boyunlarından birbirine bağlayıp bir süre yüz yüze bakmalarını zorunlu kılan bir boyunluk da. Düşünsenize en nefret ettiğiniz kişi günlerce en mahrem anlarınızda bile burnunuzun dibinde oluyor ! Gel de bir daha kavga etmeye yelten.

Sonradan öğrendiğime göre Avrupa toplumlarındaki bu acımasız cezalandırma mekanizması sayesinde suça yönelim oldukça sınırlıymış. Şimdilerde bile geçmişten gelen bu caydırıcılığın etkili olduğu söyleniyor.

Daha ağır suçlar için hayal gücünün sınırları zorlanmış. Gününüzün geri kalanını ziyan etmemek için çok detaya girmeyi uygun bulmuyorum.  Bu çarpıcı ziyarette galiba beni en çok etkileyen şey, vahşet söz konusu olduğunda insanoğlunun sahip olduğu sınırsız yaratıcılık oldu. Hangi ruh sağlığı yerinde insan oturup böyle aletler icat eder diye düşündüm.  Anatomi bilgisi şart, birilerinde test etmek ve kullanıma uygunluğu konusunda emin olmak da lazım. 

Eğilip ufacık metal levhalardaki detayları okuyunca benim kendime gelmem çok kolay olmadı. Çıkışta keyfim yerine gelsin diye hatırı sayılır miktarda çikolata ile haşır neşir olurken tekrar düşündüm;

Sahiden acıyı kelimelere sığdırıp tarif edebilmek mümkün müydü?

2 Mayıs 2016 Pazartesi

#yirmidortsaat #kayıp



Gece uykuya dalarken kafası bomboş olan, sıradan rüyalar gören, gözlerini açtığında sadece o gün ne giyeceğini düşünen insanları kıskanıyorum ne zamandır. Arabayı kullanmak için sol yerine sağ koltuğa oturmayan, aynı gün aynı çantayı üç ayrı yerde unutmayan aklı hala başında olan insanlar.  Kahve alırken kasanın arkasından gülümseyerek para üstü uzatan kızın yüzündeki ifade bile canımı sıkıyor. Aynı anı yaşıyor görünsek de, uzun zamandır etrafımdakilerle aslında çok başka yerlerde olduğumuzu biliyorum.  Dünya dönmeye devam ederken, zamansız bir kapsülün içinde asılı kalmış gibi durmaktan ve bariz bir şekilde  hayatın akışına uyum sağlayamamaktan yorgunum.

Kıskandığım sıradan insanlar… Yanımdan gelip geçen, tren gişesinde bilet almak için sıra bekleyen, neşe içinde sohbet eden, bir köşede sessizce oturup ellerindeki renkli ekranlara dalıp giden insanlar. Hepsi etrafımı saran ama incecik bir tülle ayrılmışız gibi duran tanıdık tanımadık onlarca yüz. Gördüğüm, duyduğum ama sadece uğultularını fark edebildiğim, ağızlarından çıkan çoğu sözcüğü algılayamadığım gündelik hayatıma dahil olan insanlar. İstasyonda, metroda, ofiste, sokaklarda, her yerdeler. Peki ya ben nerdeyim?