22 Ocak 2011 Cumartesi

İSTANBUL HATIRASI

Birileri çıkıp Dan Brown 'a Melekler ve Şeytanlar kitabının İstanbul'a uyarlanmış bir versiyonunu yaz dese ancak bu kadar olurdu!2004 yılında Roma'dan döner dönmez bu kitap geçmişti elime.Roma'nın büyüleyiciatmosferini buram buram koklatan roman , seri cinayetlerle fazlasıyla merak uyandırıcıydı .Bir çırpıda okuyuvermiştim.2010'da bu defa İstanbul'un tarihi ve kültürel acıdan önemli merkezlerinde işlenen bir dizi cinayeti konu alan İstanbul Hatırası vardı başucumda.Bakmayın öyle cüssesinin iri,sayfalarının kalabalık olduguna.Okunması kolay,Ahmet Ümit'in üslubu yalın,kurgu başarılı.Yer yer vay be dedirten tarihi bilgiler de veriyor.Yazarın öncesinde İstanbul tarihine ilişkin detaylı bir araştırma süreci geçirdiği şüphesiz.Alın,okuyun pişman olmazsınız derim.




 

20 Ocak 2011 Perşembe

İSTANBUL AŞIĞI BİR LEZZET USTASI:EMMANUEL LAUQUIN



Tanışalı tam 12 yıl olmuş.Onu ilk gördüğümde bir bayram sabahı Kalyon Otelde mutfak  personeliyle  bayramlaşmaktaydı.İkram ettiğimiz lokumdan ayıp olmasın diye ufacık bır parçayı tadacak kadar nazik ve  sempatikti. Zaman içinde önce çok iyi iki dost sonrasında kardeş olduk. Bunca yıllık geçmişimize rağmen bu sohbeti yaparken, sizlerle paylaşacak olmaktan dolayı tatlı bir gerginlik yaşıyorum. Sanki onca yıldır ilk kez soru soruyorum ona, ilk kez bu kadar merakla dinliyorum yanıtlarını. Bir taraftan da en ufak bır detayı bile atlamamak için deli gibi notlar alıyorum, yanımdan hiç ayırmadığım seyahat  defterime...Manu'yu mutfakta çalışırken izlemek müthiş bir hayranlık uyandırıyor, yemeğe duyduğum aşktan mıdır yoksa onun işini bu kadar aşkla yapıyor olmasından mıdır bilmiyorum. Yalnızca lezzet değil aynı zamanda müthiş bir senkronizasyon ustası. Bana mutfak işlerinin el becerisi kadar zeka da gerektirdiğini o öğretti. Bir sürü malzemeyi  farklı şekillerde pişirip, aynı anda tabakta buluşturabilmek onun için abra kadabra demek kadar kolay .
Öğlen servisinden hemen sonra Chateau Des Cours dayız. Ben her zamanki gibi  bir kaç fotoğraf çekerek başlamak istiyorum. Salonun duvarlarını süsleyen  tablolar muhteşem, Eric Dumont kendi galerisinden tabloları restaurantın duvarlarına asarak hem yemeğe gelenlere görsel bir şölen sunuyor hem de eserleri satış için görücüye çıkartmış oluyor.
Fotoğraflamak istediğim diğer bir özel mekan da şüphesiz şarap ve şampanyaların muhafaza edildiği mahzen. Gizemli,olduğu kadar da büyüleyici. Raflar Bordeaux,Burgognion ve alabildiğine şampanya dolu. Burdan hiç çıkmak istemiyorum!



Nihayet tüm konuklar gidiyor ve işte Manu'yu mutfaktan çıkartıp sohbete başlıyoruz.

A.Y : Aşçı olma fikri ne zaman oluşmaya başladı? Hep merak ederim, acaba bu seçim kaç yaşlarında yapılıyor? Çocuklara sorulduğunda hep mühendis –doktor gibi  meslekler telafuz ederler, aşçı olmak isteyen bir çocuğa rastlamadım henüz.

E.L: Ben kendimi bildim bileli bu mesleği yapacağımı biliyordum. Mutfakla ilgilenmeye başlamam yaklaşık 3 yaslarıma denk geliyor. Sonrasında da fikrim hiç değişmedi, mutfakla büyüdüm ve eğitimimi ona göre şekillendirdim.

AY: 3 yaş,gercekten inanılmaz,demek o yaslarda aslında mesleki yönelim baslıyor oysa biz Turkıye de ancak 18 yasında genclerden ne olmak ıstedıklerı konusunda yön cızmelerını beklıyoruz.Tabı bu da cogu zaman ne ıstedıklerı ıle degıl ÖSS dekı basarılarına gore sekıllenıyor.

E.L: Evet ben de 4-5 yıl Turkıye de yasadım,sizin sistemleriniz ile bizimkiler cok farklı.Sizde aşçılık meslek olarak gorulmuyor pek ,personel genelde cekırdekten yetişme.

AY:Biz alaylı dıyoruz , aslında evet bızde ascılık okulları yenı yenı talep gormeye basladı.Oncesınde bır Bolu vardı o kadar ,şimdi ise uluslararası eğitim veren okullar var.Peki öğrenim ne şekilde ilerledi ?

E.L: Lisede aşçılık okudum , okulu bıtırır bıtırmez Paris'te çalışmaya basladım.Sonrasında L’appart da yardımcı şefliğe yukseldım.İstanbul maceram da L’appart ile basladı zaten.

A.Y : İstanbul’a L’appartın şefi olarak mı geldiniz?

E.L: O donemde L’appart Nişantasında bir restaurant acmak istiyordu bana yardımcı sef olarak orada calısmam teklıf edıldı.Acıkcası daha once ıstanbul a hıc gelmemıs olmama ragmen bu fıkır bana cok sıcak geldı ve kabul ettım.

A.Y: Pekı ya sonrası , L’appart su anda halen acık degıl bıldıgım kadarıyla.

E.L: Malesef işler pek umuldugu gibi gitmedi.Türk insanı fransız mutfagına karsı İtalyan ya da uzakdogu mutfagına oldugu kadar yakın degıller.İstanbul cok kozmopolıt bır sehır olmasına ragmen Fransız restaurantlarının iş yapabılme potansıyelı cok az.Tabı bunu yaşayarak öğreniyorsunuz..Bir sure sonra L’appart kapandı .

A.Y: Siz L’appartın kapanmasının ardından ulkenıze gerı donmeyı dusunmedınız mı?

E.L: Kesınlıkle dusunmedım,İstanbul'u ve Turk ınsanını cok sevdım.Turkce kurslarına da gıdıyordum,hazır gelmısken bır sure daha kalmalıyım dıye dusundum.Su anda Istanbul'da ayakta kalabılen en ıyı Fransız Restaurantlarından bırı olan La Maison a şef olarak geçtim .Ardından da Kalyon Otel de mutfak şefi olarak çalıştım.

A.Y: Muhteşem bir kariyer.Peki ya İstanbul da yaşamak zor gelmedi mi ?

E:L İstanbul çok güzel bir şehir çok hareketli , canlı bir şehir.Burada yaşamayı sevdiğim ıcın kalmaya devam ettım, geri dönmeyi hiç düşünmedim.

A.Y:Peki İstanbul u bu kadar seviyorken sizi dogdugunuz kasabaya geri döndüren ne oldu?

E.L : Yemek yapmaya ilk başladıgımdan beri hayalim kendi restaurantımı açmaktı.Kalyon da çalıştıgım dönemde böyle bir fırsat çıktı karşıma.Babam bir gün arayıp Troyes da devir bir restaurant oldugunu soyledı ve işte şimdi 5 senedir burdayız.Aslında esas amacım İstanbul da bir yer açmaktı , bunun ıcın bır kac yer baktık,arastırma yaptık ama su bır gercek kı bır yabancı olarak bazı formalıtelerle ugrasmak cok zor.Chateau Des cours fırsatı cıkınca hıc dusunmeden buraya gelıp burda çalışmaya basladım.

A.Y Fransızların ve Türklerin yemek yeme alıskanlarında ne gibi farklar var ?

E.L: Çok farklı bir tarz var tabi ama ilk aklıma gelen fransızlar yemekleri sıralı olarak yer Türkler ise tüm yemekleri aynı anda sofraya koyup hepsini birlikte yerler.Aslında sizin tarzınız bence daha guzel .sofrada bır kac çeşit  varsa doymadan hepsının tadına bakabılıyorsunuz.

A.Y:Peki Türk mutfağında en sevdiğiniz yemek nedir?

E.L : Sevdiğim çok yemek var Türk yemekleri gerçekten cok lezzetli.Ekşili köfte ve mantı cok severım mesela.Bir de börekleriniz çok güzel.Bizde börek yerine farklı hamur işleri var ama börege benzer bir yemegımız yok .

A.Y:Ve son olarak en çok neleri özlüyorsunuz İstanbul'a dair?

E.L: Tabi ki sıcakkanlı insanları ve dostlarımı.

Sonsuz sevgi ve teşekkürlerimle -- Troyes / Aralık 2010











17 Ocak 2011 Pazartesi

COSMOPOLITAN LOOX CEKIMI


Ocak ayının ilk günleri , hava buz gibi..Moda tasarımcımız Tümay ile bu dondurucu gunlerde sıcacık bır yaz çekimi içi Lara Sayılgan ın Ortaköy deki sevimli stüdyosundayız.Sahile inen yokuslardan birinin köşebaşını bekleyen iki katlı,beyaza boyalı  tarıhı bır kosk .Tümay da ben de  köşkü görür görmez vuruluyoruz! İkimizin de hayallerini süsleyen bir ev.Yuksek tavanlar,kocaman kapılarla hem çok ihtişamlı hem de çok mütevazı bir havası var.
Bizden önce herkes çekim alanına ulasmıs , hazırlıklar coktan baslamıs bile.Mahizer yine yaratıcılıgını ortaya koymus ve harıka bir styling çıkartmıs .Askılardaki kombinleri Tümay ile son kez  gözden geçirip herhangi bir değişiklik isteyip istemediğimize karar veriyoruz.Askının hemen altında sıralanmıs ayakkabıları görünce gülümsüyorum,işte hiç bir kadına asla yeterli olmayan ayakkabılar ,ayakkabılar..Pek tabi ki koskacaman bir masayı kaplayan aksesuarlar da olmazsa olmazımız.Malum sezon yaz,uçuşan elbisleri,birbirinden güzel rengarenk desenleri ufak da olsa bir aksesuarla tamamlamak gerek.Çiçekli tokalar,turuncu - mavi gunes gozluklerı ve envai çeşit takıyla masanın ustu tam bır renk cümbüşü.Ben yazı vurgulamak ıcın gunes gozlugu kullanabılecegımızı dusunuyorum ama Mahizer modellerın gözlerindeki ışıltıyı gizlemek istemediğini söylüyor.Tecrübesine çok güvendiğim için ısrarcı olmuyorum.

Modellerden birini secme sansımız oldugu ıcın ıcım rahattı ama diğerini ajansa bırakmıs oldugumuz ıcın biraz tedirgindim.Neyse kı makyaj koltugunda oturan Lenka  yı gorunce tum tedırgınlıgım ucup gitti.Tam da aradıgımız Loox kızı karsımda duruyor!Evet bugun kesinlike şanslı gunumdeyim!

Pazar sabahı çok erken bır saat olmasına ragmen , ekip son derece hareketlı ve enerjık.Bir tarafta sac-makyaj hazırlıgı surerken bır taraftan da ürünlerin ütüsüne , rütuşa ihtiyacı olup olmadıgına bakılıyor.Kesin bugun bu ekıpten harıka bır ıs cıkacak dıyorum.Son hazırlıklar tamam ,aksesuarlar da seçildi ,bir tek  ilk karelerde kullanılacak balonların şişirilmesi kalıyor.Eveet hep birlikte başlıyoruz şişirmeye , öyle tek kişinin yapacağı iş değil :) Neyse ki ben Deniz e düzinelerce balon şişrmiş oldugumdan antremanlıyım.Arada bir kaç kahve molası ve işte başlıyoruz.Bu arada ne yalan söyleyeyim  balon fikrine bayıldım,tebrikler Mahizer!


 Lara fotograf cektıkce begendıklerını bızımle paylasıyor,yaz cekımı ıcın studyo cekımının fazla hareketlı olmayacagını dusunerek ıtıraz ettıgıme pişman gibiyim.Bu havada dış çekim yapılamayacağını bilmeme ragmen , stüdyoda koleksiyonun enerjinisini yeterince yansıtamayız diye endişeliydim.Oysa bu kareler gayet hareketlı ve coşkulu.Tek sorun modellerın üşümesi ve beyaz tenlerının zaman zaman morusu bır renk alması.Makyozumuz tetıkte , sureklı bacak ve kollara pudra takvıyesı yapıyor. Bir kaç çiftli çekimden sonra modellerimizden biri ile vedalaşıp , tekli cekim ile devam ediyoruz.

Saat 16:00 yı gösterdiğiginde tum fotoları gozden geçirip çalışmaya nokta koyuyoruz.Acıkcası bu kadar kısa surede tamamlanabilmesi mucize.Ekibin tecrübesi ve modellerin yeteneği bize hiç vakit kaybettirmiyor.Söylemiştim değil mi,bugun şanslı günümdeyim :)

Son bir yorgunluk kahvesi içip ekibe teşekkür ettikten sonra tatlı bir heyecanla Studioplus tan ayrılıyoruz.Gelecek ay Cosmopolitan dergisinde çekimimizi görmek için sabırsızız!Yeni bir çekimde,kim bilir nerede görüşmek üzere ..


12 Ocak 2011 Çarşamba

2010 31 Aralık gecesi herkes avaz avaz 10-9-8-7 diye geri sayarken ben bir öncekinde bir sonraki yıla ‘mutlulugu ‘ görerek giriyordum.Mutluluğu görmek!Yatagının korkuluklarına yaslanmış dehşetle patlayan havai fişeklere bakarken oğlumun gözlerinden fışkıran mutluluk!Nefes almaya korkarak,bitmesin diye oldugu yerde titreyen ve arada coskudan duramayıp ışıııık boooom diye bagıran oglumun gozlerınde.Bir ona baktım , bir dışarıda patlayan ışıklara sonra bir daha ona ve tutamadım kendimi,yaşlar süzülüverdi yanaklarımdan.O kadar güzeldi ki..Bundan daha muhtesem bir giriş olamazdı yeni yıla diye düşündüm.Sarıldım defalarca öptüm sıcacıgımı ve tekrarladım hiç bu kadar harika bir yılbaşı geçirmedim!

THE COLORS OF THE MOUNTAIN

Geçtiğimiz hafta sevgili Merve 2010 un son film festivalinin programını yollamış ve sıcacık bir not düşmüş:

Birini seç tatlım ,Fransız Kültür de izleyip nostalji yapalım..

Bu maili alınca bütün günün kasveti üzerimden ucup gitti,hemen programa göz attım .Seçtiğim filmin gösterim tarihi Merve ye uymadığı için seçimi ona bıraktım.Salı aksamı 19:00 seansı ‘The colors of the mountain’ filmi için randevulaştık.

Fransız Kültür e vardıgımda saat 18:15 i gösteriyordu.4.Leventten Taksım e sadece 15 dk..bayılıyorum şu Metro denen icada J Metro istasyonundan çıkar çıkmaz yagmur yuzume vurmaya basladı, hızlı adımlarla ısıklarda karsıdan karsıya gecen ınsan kalabalıgında suruklenerek Istıklal caddesının en basında caddeyi bekleyen Fransız Konsolosluguna ulastım.Girişteki avluyu oldum olası cok severım, kendımı inanılmaz iyi hissettiren enden bir kaç yerden biridir.Hınca hınc bır kalabalıgın ortasında eski tas duvarlarla cevrılı sakın ıssız ve olabıldıgınce guvenlı bır bahcede olmak.Bir adım dışarısı kalabalık ve ugultulu bir adım içerisi sessizlik ve sukunet! Muhtesem bir ikilemin tam ortasında oylece oturmak..Yerleri kaplayan çakıl taşları ve bahçeyi süsleyen bodur ağaçlar da cabası.

Merve ile kapıda karsılastık,zamanlama harıkaydı .Film baslamadan önce sıcak bir şeyler içip sohbet edebilmek için vaktimiz vardı.Restoransyon gormeden once avluda sadece 2 ahsap masanın sıgabıldıgı minnacık bir çay ocagı vardı.Şimdi ise sinema salonlarının oldugu katta oldukca hoş bir mekan var.  Cafe Francais.de birer fincan kahvemize nefis bir dilim pasta eşlik etti,eski günleri andık , dertleştik , nostalji yaptık..

Salona girince bu kadar boş olması biraz şaşırttı beni,biz gosterım oncesınde bıletsız oldugumuz ıcın acaba yer bulabılır mıyız telası yasarken içeridekilerin sayısı iki elin parmaklarını gecmıyordu..

Kolmbiyanın bir dağ köyünde geçiyordu film.Muhteşem dogası olan yemyeşil bir köy,sevimli çocuklar ve aralarındaki dostluk..Herşey güzel başladı ,sonrasında ise yine insanoğlunun  vahşi ve iğrenti uyandıran yüzü çıktı sahneye.Birileri hep ‘ öteki ‘ oldugu ıcın zulum gormustu caglar boyu ve  filmde de bu guzel ve huzurlu koyde birileri gerilla ,birileri anti gerılla  ,birileri  ihbarcı ve hatta birileri tarafsız oldugu için baskı gördü , hırpalandı ve çocuklar dostlarını , hayellerini , sahip oldukları – olamadıkları ilk heyecanlarını geride bırakıp bilinmeze doğru yola çıktılar..

Filmden çıkınca içim buruktu , film etkileyiciydi şüphesiz ama uzun zamandır hayata karşı motivasyonumu yüksek tutmak için ana haber bültenleri dahil her turlu felaket tellalıgına kulaklarımı tıkamısken epeyce sarsıldım.İnsanoğlunun egolarının törpülenebildiği,vicdanların sesini daha çok duyurabildiği ,’öteki’ diye nitelendirip bir düşman yaratma arzusunun yok oldugu barıs , huzur ve sevgi dolu bir 2011 dileğiyle..