18 Eylül 2016 Pazar

#24saat #yüzleşme


Kafasının içi oradan oraya savrulan kelimelerle doluydu bu gece. Hiç birinin ucundan tutup diğeri ile yan yana getiremiyor, bir türlü aklından geçenleri anlatacak doğru cümleleri kuramıyordu. Karanlık otobanda en sağ şeritte ağır aksak ilerlerken tam anlamıyla allak bullaktı. Sanki bütün olan biten bir, bilemedin birkaç sözcüğün içine tıkıştırılmıştı.

 “ Nasılsın?
“ Nerdesin?
“ Dikkatli ol!

Her zaman olduğu gibi uzaktaydı ve son haftaların aksine öfkeli değil endişeliydi besbelli. Tek kelimeye bağlamıştı umutlarını. “İyiyim”

 Ve genç kadın, henüz kendi kaderinin de bu gece hayatını kaybeden onlarca masum insanla birlikte değişmiş olduğunu bilmiyordu.

“ İyiyim dedi. Ne kadar iyi olunursa artık.

Hala kendisini merak ediyor olması içine dokunuyordu. Çocukluğundan beri eli omzundaydı gerçi. Kolay mıydı bir anda yok sayıp, ne hali varsa görsün demek. Bunu düşününce gecenin bütün can sıkıcılığına karşın yumuşak bir ifade belirdi yüzünde. Ne vakit söze çocukluğumuz diye başlasa hemen sözünü keserdi;

“ Senin çocukluğun. Ben koskoca adamdım o zamanlar.

Ali,  bir kez daha gözlerinin önünden gitmeyen kumral lüleleri korumak için kanatlarını açarken,  ilk defa geç kaldığını fark etti. Buruk, kekremsi bir tat gelip oturdu boğazına. Olması gereken yerde olamadığı için söylememesi gereken sözler döküldü kurumuş çatlak dudaklarından.

“ Olduğun yer güvenli değil, birazdan yollar kapanacak. Hemen eve git.

“ Nerde olduğumu nerden biliyorsun?

“ Bunu boş ver sadece dediğimi yap. Şu an o karanlık şehirde yalnız olman beni çok rahatsız ediyor.

“ Her gün arayıp soran ve ihtiyacım olduğu an yanımda olabilecek bir sürü insan var. Merak etmene gerek yok.

“ Biliyorum. Hatta bazıları günde birkaç kez arıyor.

Paylaştıkları onlarca delici sessizlikten en uzun olanıydı.

“ Ne dedin sen?

“ Hiç.

“ Bunu yapmış olduğuna inanamıyorum.

“ Saçlarım tutuştu dediğinde öfkeden ve başına bir şey gelebileceği endişesinden delirdiğim bir andı sadece. Yaptığımla övünmüyorum. Tam tersine ne kadar rahatsız olduğumu tahmin bile edemezsin.

“ Kahretsin! Beni çok büyük bir hayal kırıklığına uğrattın.

“ İtiraf etmek gerekirse seni en çok mobese kameralarının önünden geçerken izlemeyi seviyorum.  An be an, cadde cadde, semt semt.. O puslu ekrana yansıyan güzellik beni burada hayata bağlayan tek şey. Kış günü Cudi eteklerine yayılan siste saçlarını,  Gabar’da isimsiz çağlayan derelerde ışıldayan gözlerini  ve Kotar da açan ters lalelerde gülüşlerini görüyorum. Çok bunaldığım zamanlarda derin bir iç çekiyorum. Eriyen kar suyuyla çağlayanlardan düşüp Kızılsuya, Kasrik’te Dicle’ye karışsak şimdi diyorum. Öylece sarmaş dolaş…Zeytin dallarının çatallı gölgesinin tenine dokunduğu yerden son kez öpmeden ölmemeye yemin ettim.

Ruhuna dokunan onca güzel söz bile öfkesini hafifletemedi. Gözü kararır gibi oldu. Emniyet şeridinde durup, konuşmayı sonlandırmadan evvel camları araladı.

“ Şimdi telefonu kapatıyorum ve seninle uzun süre haberleşmek istemiyorum.

Ali konuşmanın başından beri parmaklarına doladığı zeytin çekirdeklerinden yapılma tesbihi sehpaya fırlattı. Bu sevimsiz gecede ne zamandır canını sıkan konuyu açma niyeti olmasa da ağzından kaçırıvermişti bir kere. Toparlamaya çalıştı.

“ Sadece şakaydı. Kızdığın için üstüne geldim hepsi o kadar. İnsanların hayatta kalmaya ve birilerini hayatta tutmaya çalıştığı bir zamanda kamera görüntülerini izlemekten daha önemli işlerim var.

“ Akvaryumunda sürekli izlediğin zavallı bir balık olmak istemiyorum.  Kamera saçmalığı yalan da olsa izimi sürmen hiç hoşuma gitmedi. Bir şey bilmek istiyorsan sorabilirsin, sana hiç yalan söylemedim.  Bana söz vermiştin.

 “ Sana verdiğim söz Cizre İstanbul’dan daha güvenli bir yer olmadan önceydi. Senin için yapabileceğim tek şey güvende olmanı sağlayabilmek ama bunun için de çoğu zaman elim kolum bağlı. Bu acizlik beni kemiren sinsi bir hastalık gibi.

“ Ben iyiyim. Bir şey olacaksa da kimse bunun önüne geçemez.  Her an, her şeyin tam tersine dönebildiği ve bunun için şaşırmaktan bile vazgeçtiğimiz günlerden geçiyoruz.

“ Sadece şehrin güvenliğinden bahsetmiyorum. Kayıtlarda dikkatimi çeken ve sana söylemem gereken son bir şey daha var.

“ Neden bahsettiğini sormaya korkuyorum.  

“ Şimdi kızgınlığını bir kenara bırak ve kulaklarını açıp sözlerimi iyi dinle.

Az önce yumuşacık bir ses tonuyla  fısıldar gibi konuşan adam bir anda sırra kadem bastı. Sesi sertleşti.

“ Seni tanrıçam belledim. İste tüm Mezopotamya’yı ayaklarına sereyim, bir emrinle düşmanlarının boynuna yağlı urganlar geçirip leşlerini dipsiz kuyulara gömeyim  dedim. Yüz çevirdin.  Bozguna uğramış bir ordu gibi ne yöne gideceğini bilemedin, dağılmıştın.  Hala da dağılmaktasın. Madem gerdanlığın üzerindeki tek taş olmak istemedin, o halde tesbihte boncuk olmaya da razı olma…