6 Ocak 2015 Salı

İYİ Kİ DOĞDUN



6 ocak tarihini hiç unutmuyorum...Senelerdir nerede olursam olayım ve sen her nerde olursan ol hep aklımın bir köşesindesin. Çoğu zaman sana sesimle, kelimelerimle dokunabilme mesafemin  çok dışında olsan bile hiç unutmadım.

Evde eski bir fotoğrafımız var. Bir 6 ocak akşamı Sultanahmet'te tramvaya binip üçümüz birden gülümsemişiz. Ben bu fotoğrafı çok ama çok seviyorum. Öyle mutlu mesut bir an ki sanki beraberce bir yerlere tatile gitmişiz de geri dönüyor gibiyiz. Belki de toplu taşımadan bir kare olduğu için bana hep buralardan kopup bir yerlere gidiyormuşuz gibi hissettiriyor. Tam da başımızda kavak yellerinin estiği yaşlar. Ve muhtemelen beraber kutlayabildiğimiz son doğum günün. Bir de kartpostal var arkasında tarih düşülmüş :) Hala aklıma geldikçe gülüyorum. Sen kalk Ortaköy'den Dolmabahçe' ye kadar yürü. Sonra cebindeki son parayla aman bugünün hatırası olsun diye bir kartpostal satın al ve otobüse binemediğin için gerisin geriye söylene söylene yürü. Bir de kısa kısa mektuplar var. Yarıya bölünmüş küçük defter kağıtlarına, dünyanın en sıkıcı anlarıymış gibi gelen gece etütlerinde yazılmış mektuplar...Herkes evinde Kara Melek izlerken bizim anca birbirimizle avunup, kendi eğlencelerimizi yarattığımız geceler. Bir tanesi sitem dolu. Öyle tatlı, öyle içten bir sitem ki bugün otuz beş yaşımda bile beni yirmi yıl önce böylesine tanıyıp her halimle sevebilmiş olan birilerinin varlığına şükrettiriyor.

" Bütün bir gece kulağımın dibinde sakızını kocaman şişirip patlatıp, bilmişliklerinle sinirimi bozsan da seni çok seviyorum." demişsin. Bu tabi ki çok küçük bir kısmı. Detayları deşifre etmeyeceğim :) Hem kızardın bazen bana hem de içten içe çok severdin bilirdim, hala da biliyorum. Çünkü sen her zaman sağ duyulu, aklı başına güçlü ve akılcı olandın. Bazen çok ve boş konuşup, sinirlerini zıplatıp, olur olmadık şeyler yaptığım ise doğruydu.

Sonra hayat son sürat akıp geçti. Nikahımdan bir gün evvel seni deli gibi aradım da bulamadım. En içime dert olmuş şeylerden biridir. Sonra senin düğününe gelmeyi çok istedim. Allandım pullandım yolda kaza yaptım. Kısmet değilmiş dedim. Fakat ne vakit 6 ocak olsa aklımdaydın. Sonra çoluk çocuk yine bir araya geldik. Sanki araya onca zaman hiç girmemiş gibi. Sarıldığımdaki sıcaklık aynıydı, kokusu, saçının yumuşaklığı hiç mi değişmez insanın. Ne çok özlemiştim bir bilsen...

Şimdi bakıyorum da hiç eskimemişiz biz. Tıpkı senin bugün 35. yaşına girip de yaşlanmayıp yıllandığın gibi. Yaşanmışlıklar, tecrübeler, inişler, çıkışlar ve her anlamda hayatın bize kattıkları iyi ki varlar. İyi ki doğmuş ve iyi ki yolun yarısına gelirken bunca anıyı biriktirmişsin. Çünkü bundan sonra bütün tecrübelerini harmanlayıp, hayattan alınan dersler listeni cebine koyup, ne istediğine sonuna kadar emin olarak kendini çok daha mutlu etme zamanı. İlk yarı bin bir mücadele, deneme yanılma ile geçiyor belki ama ikinci yarı çok keyifli. İnanıyorum buna!

Seni her 6 ocakta içimden geçtiği gibi sevgiyle kucaklıyorum. İyi ki doğdun canım benim.






5 Ocak 2015 Pazartesi

OLMAZ


Bugün yine pencerenin önünden geçtim. Yanından , yamacından öylece geçip giderken her zamanki gibi içim cız etti. Bu defa daha derin bir sızıyla kaplandı her yanım. Perdeler kapalıydı. O an fark ettim ki bir başkasının hayalini gerçekleştirmiştin, seni ne kadar düşlediğimi bilmeden...Oysa benim olmuş olsan seni dört duvar arasına hapsetmez, olabildiğince özgür ol diye pencerelere perde bile takmazdım. Sabahları denizden yansıyan gün ışığıyla doldurup içini, geceleri de yıldızları yakar bütün lambaları söndürürdüm. Öyle romantik, sarmaş dolaş geçinip giderdik. Kıskandım bu defa. Belki de ilk kez. Ama ne diyorduk; "Başkasının tabağındaki lokmaya el sürmemelisin." İşte bu yüzden hiç içimden gelmese de sağlıkla afiyetle oturun dedim. Mutlu çok mutlu günleriniz olsun. Nazarım değmesin.

Yine de aleni bir gerçekti ki, sahip olamayanın verdiği kıymet bir başkadır. Belki de sırf bu yüzden kavuşmuş olsak bu kadar kıymete binmezdin. Şu yazıyı bile yazmazdım muhtemelen. Ah ahh diye iç geçirip yolum Sarıyer tarafına düştüğünde rotayı değiştirip her sefer uzaktan halini hatırını sormayı düşünmezdim.

Seni ilk gördüğümde başın bağlı değildi henüz. Uzun süre de bekledin. Sessiz ıssız bir halin vardı. Bazen beni bekliyor diye geçirirdim içimden. Demek ki kimseler beğenip de almamış, bir kusuru eksiği vardır, uğursuzdur belki diye düşünmedim hiç. Çünkü ben seni içini bile bilmeden, eski püsküne, karanlık köşelerine, hatta sevimsiz duvarlarına aldırmadan sevdim. Ben bir hayal kurdum, sen onu bütünledin. Orada olduğun yerde bir başınaydın. Çok eski ve bakımsız olduğun, muhtemelen içinde ciddi bir tadilat gerektiği aşikardı. İçini hiç görmedim ama razıydım işte. Hani o çok sevip de her halini kabullenme hali var ya işte tam da öyle bir şeydi. İlk görüşte vurulduğum, ahşap geniş pencerenin kenarında oturup, üstüme bir battaniye çekip, karşı kıyıya baksam yeterdi. Arka odalar, mutfağın döküntüsü, banyonun tesisatın fecaat durumu kimin umurunda olurdu. Sırtımı sana yaslasam, önümde alabildiğine huzur ve sonsuzluk uzanırdı. Mutlu olmak için üç mt2 yeter de artardı.

Öyle platonik bir sevdaydı benimki.  Ben sana kavuşmuş olsam, muhtemelen bir sürü kişi mutsuz olacaktı.  Kimseyi incitmeden, az biraz bencillik yaparak kavuşsak olmaz mıydı? Olmazdı. Koskoca İstanbul. Herkes dört bir yana dağılsa, akşam evde buluşabilene aşk olsun. Biri işe gidemez, biri okulunu değiştiremez, birine göre büyük odalar lazım. Diğerine göre yedek bir oda daha. Yüz yıllık tesisatla uğraşılmaz, eşyalar eve sığmaz. Toplu taşıma kullanılmaz. Olmaz da olmaz işte. Gel bu sevdadan vazgeç paşa gönlüm deyip oturdum aşağı.

Mahallenden geçip, yüzünü görmeme müsaade etmeyen perdelere bakıp öylece geçip gittim. Kış güneşi göz bebeklerimi okşadı. Radyoyu kapattım. Denizi ve şehrin çeşit türlü sesini dinlemek istedim. Sevdiğini başkasına kaptırmış ergenler gibi asıktı suratım. Sahil yolundan süzüldüm, bir de baktım ki karşı tepede bir kale. Rumelihisarı'na kadar gelmişim farkında olmadan. Yoros kalesini hiç bu açıdan görmemiştim. Ne tuhaf. Üçüncü köprünün ayakları iyice büyümüş, gökyüzüne değip, delip geçecek kadar korkunç görünüyordu. Sanki yerden yukarıya doğru değil de, klişe Amerikan filmlerindeki gibi uzaydan yere inmiş canavarların ayakları gibi. Haliyle gözlerim bir kurtarıcı olarak bir Tom Cruise, bir Robert Downey JR aradı ama etrafta balıkçı Kenan ve yolları süpüren yaşlı amcadan başka kimse yoktu. Derlenip toparlanıp geri dönerken teselli olsun diye sağa sola baktım. Ne de güzel evler vardı. Cumbaları daha süslü görünsün diye iki ayrı renge boyanmış, tertemiz yenilenmiş eski evler. Bazılarının kapılarında inşa edildikleri tarihi gösteren tabelalar, bazılarında üç dört merdivenle çıkılan yüksek koskocaman kapılar... Yine de benim gönlümde yatan, kilisenin bahçesine komşu, küçük, iki katlı döküntü olan. Gönül ferman dinlemiyor işte.

Şimdi sen benim olmadın ya ben seni ömrümce unutamam. Yine bir bahane yaratır arada uğrar, bir selam verir sessiz sedasız teğet geçer giderim kapının önünden...

2 Ocak 2015 Cuma



24 Eylül 2014.

Bugün 6. yaşımı uğurladık.

Doğum günü harika bir şey, keşke her gün doğum günü olsa insanın. Halam pasta almış, renkli mumları üfledim. Sonra pastanın üzerindeki çikolata parçalarını ağzıma tıkıştırdım. Kremasını parmaklamayı da unutmadım. Bir sürü hediyem oldu. Herkes beni öptü, başımı okşadı. İyi ki doğdun diyorlar. Ben olmasaydım evlat sevgisini bilmeyeceklermiş. Bence o zaman sevecek başkaları olurdu. Her zaman sevecek birileri olur bence. Yoksa hayat çok sıkıcı olmaz mıydı? Zaman çok çabuk geçiyormuş, annem öyle diyor. Koca adam oldun oğlum diyorlar ama ben hala yaramazlık peşinde koşmayı, yersiz yere şımarmayı, arkadaşlarımla itişip kakışmayı çok seviyorum. O yüzden büyümek istemiyorum. Ne kabahat işlesem koca adam oldun diye bir ses işitiyorum. Büyümek güzel bir şey değil. Üstelik büyüyünce her gün işe gidiyorsun. Anneme söyleyince çok şaşırdı. Bütün çocuklar büyümek istermiş, daha hızlı büyümek için can atarmış. Büyüyünce istediğin her şeyi yapabilirsin, kendi ailen ve güzel bir hayatın olur dedi. Oysa ben asla evlenmeyeceğim. Çünkü şimdiye kadar tanıdığım kızlar bana hep kötü davranıyor. Hem onlar nazik erkekleri severlermiş. Ben nazik olamam ki...Tükürüğümle balon yapmayı, tuvalette çıplak oturmayı ve bazen burnumu karıştırmayı seviyorum. İnsan aşık olunca kibar olurmuş. Ben aşık olmadım ama servis arkadaşım olmuş. Aşık olduğunu nasıl anlamış diye sordu annem. E nasıl anlasın, yemekhanede öpmüş kızı işte.

Çocuklar mutlu olmalıymış, çok mutlu. Bu dünyada en önemli şey sevgi ve mutlulukmuş. Şanslıyım o zaman.  Beni seven çok insan var. Kocaman bir ailem mesela. Bir de aileden olan ama hangi teyzemin ya da hangi kuzenimin nereden akrabam olduğunu bilmediklerim. Onları seviyorum. Çünkü birlikte çok eğleniyoruz.

Bazen annemin söylediklerini hiç anlamıyorum. O da benim söylediklerimi anlamıyor. Soru sorduğumda, başka şeyler anlatıyor. Cevabı bilmediğini anlıyorum. Bu gün neden ayın hep bizi takip ettiğini sorduğumda bana içinde ay kelimesi geçen bir şarkı söyledi. Her şeyi bilmese de onu seviyorum. Nasılsa aynı şeyleri babama da soruyorum. Büyüdüğümde bana uyumadan evvel anlattıklarını anımsamamın onu mutlu edeceğini söyledi. Hiç anlamadım. Hayatım boyunca zaten her gece beni uyutmayacak mıydı? Büyük çocukları anneleri uyutmuyormuş. İşte büyümeyi sevmemek için bir sebep daha.

Bana sarılmak dünyaya sarılmak gibiymiş. Kollarının arasına koskoca dünya nasıl sığar dedim...

Sanki dünyanın bütün güzellikleri, yedi değil yetmiş harikası kollarımın arasında gibi hissediyorum dedi. Kah Bozburun'un mis kokulu nergisleri doluyormuş kollarına, kah Midilli'nin portakal çiçekleri. Dünyanın en mis kokusu burnunun hemen ucundaymış. Galiba o yüzden beni hep koklayarak öpüyor. Çiçekleri çok sevdiğini biliyorum, o yüzden ona çiçek getirmek hoşuma gidiyor. Her sefer şaşırmış gibi yapıp sarılıyor bana ama aslında arkama sakladığım papatyaları gördüğünü biliyorum. Bazen de kalp şeklinde karton kesip üstüne yazılar yazıyorum. Bütün kızlar kalpli şeyleri çok sever. Kalp demek seni seviyorum demektir.

Yedi yaşıma girdim. İstesem de istemesem de büyüyorum işte. Hem büyümek istemiyorum hem de gelecek yılın hediyeleri için şimdiden sabırsızlanıyorum. İyi ki doğmuşum sahiden :)