29 Nisan 2012 Pazar

RITSOS'DAN ...

   
'ÜÇLEMELER'DEN / YANNIS RITSOS

        O gece;
            yanına varılmaz o kadın
         öpmüyor kimseyi
          onu öpecek kimse çıkmaz korkusuyla
tek başına.

      Beş uçlu bir yıldızla gizliyor
       bir tutam beyaz saçı
        ve bütün güzelliğini yadsıması kadar güzel kendisi.

** Türkçe'ye uygun çeviri : Cevat Çapan


BANGKOK&PATTAYA



Renkli,egzotik,sıcak ve pornografik bir destinasyon...Tayland.

Seyahatten sadece iki gün önce hayatımda hiç olmadığım kadar kötü bir şekilde hastalandım.Geçirdiğim yoğun günler ve sürekli ordan oraya koşturmak bağışıklık sistemimi çökertmiş.Bedenimin günün birinde ben de burdayım biraz özen lütfen diye S.O.S vermesine şaşırmamak lazım.Fakat zamanlama sahiden de çok kötü oldu.Uçuşa bir gün kala ateşler içinde yanıyorum.Üstelik parmağımı bile oynatacak halim yok.Bu bir kabus olmalı.Yıllar sonra ilk kez antibiyotik alıp avuç avuç ilaç yutuyorum.Dahası eş zamanlı olarak kulaklarım tıkalı,boğazım alev topu gibi,burnumdan nefes alamıyorum ve midem bulanıyor.Ölsem daha iyi diye düşünüyorum o derece!Uçuş günü havalimanında kafamda koca bir kazanla geziyor gibiyim.Maalesef aylar önceden planlı bu tatili ertelemek gibi bir lüksüm de yok.Bütün umudum uçakta iyice dinlenip ertesi güne daha iyi başlıyor olmak.Ne de olsa az buz değil 10 saatlik bir uçuş.Bir taraftan da kulaklarım tıkalı olduğu için iniş ve kalkışta basınçtan kulaklarımda oluşacak ağrının telaşını yaşıyorum.İşte bu şartlar altında başlayan bir yolculuk.

Neyse ki uçuş korktuğum kadar kötü değildi.Bangkok’a indiğimizde çok daha iyi hissediyordum.Havalimanında boynumuza takılan çiçeklerin üzerindeki kocaman yeşil tırtılı saymazsak Tayland macerama iyi bir başlangıç yaptığımı söyleyebilirim.

Gezimize genel bir Bangkok turu ile başlıyoruz.Ünlü tapınaklar,altın buda ve nihayet en çok ihtiyacım olan şey,şahane bir masaj seansı!Bangkok'taki en bilinen Spa merkezlerinden birinde tam tamına iki saat boyunca Thai masajının kollarına bırakıyorum kendimi.Bildiğimizin aksine masajdan önce ince pamuklu kumaştan yapılmış özel bir kıyafet giydiriyorlar.Ovalamak yerine sinir uçlarına baskı yapılması suretiyle uygulanan bir masaj tekniği olduğu için bedenin çıplak olması gerekmiyor.Masajın da etkisiyle ben ertesi gün neredeyse 24 saat uyuyup odadan burnumu bile çıkartmazken Bangkok çoktan  keşfedilmiş,metro güzergahları belirlenmiş, bir sonraki gece için planlar yapılmış bile...

Akşam yemeği için “Sea Food Market” isimli ilginç bir restauranta gidiyoruz.Sloganı “Eğer yüzüyorsa bizde vardır”. İçinde yemek masaları olan kocaman bir süpermarkete benziyor.Alış veriş sepetine tezgahlarda duran deniz ürünlerinden ve salata malzemelerinden doldurup pişirilmesi için mutfağa gönderiyoruz.Oldukça enteresan bir sistem.Fakat çok net söyleyebilirim ki slogan ve konseptten öte bir şey yok.Öyle dünyevi çeşit deniz mahsulü göremiyorum,okyanusa özgü balıklar son derece lezzetsiz,bizim lüferimizin,levreğimizin yanından bile geçemez.Karides ve kalamar güzel.Bizim gibi üç tarafı denizlerle çevrili bir ülkede yaşayanlar için bu da çok ekstra bir durum değil.Kısacası öyle dehşet lezzetli bir akşam yemeği yediğimi söyleyemem.
Yüzen Pazar/Bangkok
Bir sonraki gün Bangkok’da görülmesi gereken yerlerin en başında yer alan yüzen pazara gidiyoruz.Kano benzeri araçlarla oldukça otantik bir yolculukla ulaşılan,ahşap kayıklardan satış yapılan bir su üstü pazarı.Hayatımda görmediğim meyveler,rengarenk tezgahlar büyüleyici.Hemen manav görünümündeki bir kanoya yanaşıp ilk kez rastlaştığımız meyvelerden birer ikişer alıp tatlarına bakıyoruz.Kaç gündür iştahtan eser olmadığı için açlıktan da bitkin düşmüş vaziyetteyim.Bu yüzden meyveler ilaç gibi geliyor.Sıcağın altında sulu tatlı tropik meyveler bütün bir tatil boyunca yediğim en güzel şey!

Buradan otobüsle şehir merkezine geri dönüp kanal turuna başlıyoruz.Bangkok şehrinde kralın yaptırdığı küçük kanallara girip , etraftaki geleneksel evleri,kıyıdan suya doğru sallanan mango –muz ağaçlarını seyretmek çok keyifli.Tapınakların önünde balık avlanması yasak olduğu için buralar tam bir balık yuvası haline gelmiş.Suya  birazcık ekmek ufalayınca koskocaman kedi balıkları suyun üzerine kadar çıkıp ekmeği kapışıyorlar.Harika bir manzara.Hiç bu kadar büyük balığı bir arada görmemiştim.Kanal boyunca ilerlerken budist okulunun bahçesinden el sallayan minik budist rahipler de gülümsetiyor bizi..Çocuk her yerde çocuk işte.

Yaklaşık bir saat süren bir tekne turundan sonra yılan çiftliğine yanaşıyoruz.Yılandan herkes korkar fakat daha önce kendileriyle tanışma fırsatına erişmediğim için yılan fobim olduğunu bilmiyordum!Koskocaman bir piton yılanını boynuna dolamış bir adam duruyor tam karşımda.İşte o an olduğum yerde donakalıyorum.Ne yanından ne de yakınından geçebilmem mümkün değil.Mahlukatı boynuna sarıp fotoğraf çektirmek isteyen turistlerin çokluğu ağzımın açık kalmasına sebep oluyor.Fakat halen kımıldayamıyorum,olduğum yerde kalakalmış vaziyetteyim.Tüm ısrarlara rağmen hayvanın yanından süzülüp çiftliğin içine giremiyorum.Elimde değil,deniyorum ama yapamıyorum.En sonunda bir başka bahçenin içinde geçip çiftliğe girebiliyorum.Orada da durum benim açımdan çok iç açıcı değil.Kafeslerin içi çeşit türlü yılanlarla dolu.Ortada gelişigüzel oluşturulmuş bir sahnede yılan gösterisi yapılacağı için herkes ön taraflarda yer kapma telaşında.Bense en arka sırada,oturmaya bile cesaret edemeyip her an kaçabilecekmiş bir pozisyonda gösteriyi bekliyorum.Bir kaç tane zehirli yılanla çeşit türlü gösteriler yapıp sonunda da hayvanları seyirci ile buluşturuyorlar!İnsanların zavallı yılanlara dokunmak,mıncıklamak için ne kadar hevesli olduğunu anlatamam.Bir an önce,mümkünse koşar adımlarla burayı terk etmek istiyorum.

Gece “Hangover 2” filmine sahne olan Bangkok’un en yüksek binasının tepesinde konumlanmış Sky Lounge barına gidiyoruz.Manzara muazzam.Bir kaç keyifli saatten sonra Chao Phraya nehrinin kıyısında bulunan otelimize geri dönüyoruz.Tabi bu o kadar kolay olmuyor.Yolu bir türlü bulamayan ve ingilizce anlayıp anlamadığını çözemediğimiz,her söylediğimiz şeye sadece gülümseyen şoförün bizi otele bırakması epeyce zaman alıyor.Tabi Bangok’un korkunç trafiği de cabası.

Sky Lounge / Bangkok

Üçüncü günümüz Bangok şehir merkezinde etrafı turlamakla geçiyor.Syam Paragon AVM muazzam bir yer.İçindeki markalar,yemek molü ve envai çeşit ürün barındıran hipermarketi görülmeye değer.Gece için bu defa durağımız gece pazarı olarak ünlenmiş Patbong.Bizim Mahmutpaşa'nın  ışıklandırılmış hali gibi.Sahte saat , çanta ıvır zıvır satan tezgahların arasında , sıcakta kalabalıkla sürüklenerek gezilebilecek bir yer.Açıkçası neden bu kadar meşhur olduğu da hala kafamda kocaman bir soru işareti.Pazarın iki tarafında,önünde iç çamaşırlı kızların beklediği,ellerinde sahne şovlarını gösteren kataloglar olan adamların sizi içeri çağırdığı bir sürü gece kulübü var.Bir an için acaba girsek mi dediysek de ortamın çok güvenli olup olmadığını kestiremediğim için tereddüt ettim.Ne de olsa burası Amsterdam değil,ertesi sabah nerede uyanacağımdan emin olmak isterim :)
Alcazar Show/Pattaya
Bangok’da geçirdiğimiz üç günün üzerine,ver elini Pattaya.Pattaya için söylenebilecek ilk şey burada fuhuşun son derece normal bir aktivite olması ve dünyanın dört bir yanından gelen orta yaş üzeri erkeklerin daha çok ergenlik dönemi vücut silüetine sahip Asya’lı kadınlar için burda olduğu.Koca koca adamların yanında ufacık tefecik kadınlar...Hele Türklerle rastlaşırsanız durum daha da fena.Bir süre sonra olağan dışı bu durum yerel şartlara göre olağan kabul edilse de söz konusu olan on saatlik yolu sadece bunun için gelmiş Türk erkekleri olunca işin rengi biraz değişiyor.Kimin ne yaşadığını ya da yaşamadığını bilemeyiz fakat gecelik bir kaç yüz bahta kiralanan bedenler ile övünüyor ve ballandırarak anlatıyor olmak sadece bizim ırka mı mahsus işte ben en çok onu merak ediyorum.Bir kadın olarak Slav ırkının ya da latin kadınların baştan çıkartan güzelliği karşısında saygıyla eğiliyor ve bir şekilde farklılık arayışını anlayabiliyorum.Ama Tayland’da gerçekten estetik anlamda güzellikten bahsedebilmek çok zor üstelik aids oranında dünya sıralamasında lider durumdalar!Daha önce buraya gelenlerin tursitlere yaptığı uyarı da durumu özetliyor."Çirkin olanları tercih edin  çünkü güzel olanlar kadın değil" .Tayland transseksüel nüfusun oldukça yoğun olduğu bir ülke ve gerçekten bazıları ayırdedilemeyecek kadar mükemmel.Dünyanın en ünlü kabarelerinden Alcazar showda sahneye çıkanların tamamı travesti fakat bunu bilmeyerek içeri girseniz asla fark edemezsiniz.Üstelik yahu bu memlekette bu kadar güzel hatunlar da var mıymış diye şaşırırsınız.Alcazar show mutlaka ve mutlaka görülmeye değer bir kabare.Yer bulabilmek de oldukça zor.Kıyafetler,sahne dekorları ve performanslar çok iyi.
Mercan Adası/Pattaya
Pattaya bir sahil beldesi olmasına rağmen sahilinden denize girmek pek tavsiye edilmiyor.Zaten denizin rengi de pek iç açıcı değil.Otelimizin sahilinden bizi alan bir sürat teknesi deniz ve güneşin tadını çıkartmak için yaklaşık otuz dakikalık bir yolculuğun ardından bizi Mercan Adası’na bırakıyor.Sahil kıyısındaki şezlongları ve küçük ahşap lokantayı saymazsak tam “survivor”adası tadında bir yer.Kıyı kesimi bembeyaz bir kumsal ve arkası sahile doğru uzanan yemyeşil ağaçlarla kaplı.Adada herhangi bir yapı ya da yerleşim yok.Huzur veren saklı bir bahçe gibi...Adadan dönüşte grubumuz yine sahte saat ve çanta peşine düşüyor,bense havuz başında sakin ve dingin bir kaç saat daha geçirmeyi yeğliyorum.
Mercan Adası/Pattaya
Pattaya’da sahil kıyısı boyunca uzanan otellerin bitiminde araç trafiğine kapalı bir cadde olan “Walking Street” bulunuyor.Burası da sağlı sollu barların,kulüplerin olduğu bir cadde.Bu barlarda kim ne arıyorsa fazlasıyla bulabiliyor.

Buranın en güzel tarafı yan yana dizilmiş onlarca masaj salonunda çok uygun fiyata hizmet veriliyor olması.Tabi salonların niteliği önemli.Caddeye açık bir camekanı yoksa dikkat etmek lazım,Tayland'da sistem “hizmet etmeye”yönelik işliyor.Masaj salonlarında bir saati yaklaşık 10-12 tl.ye çeşit türlü masaj yaptırmak mümkün.

Seyahatin en unutulmaz anlarını Timsah çiftliği ve fil gösterilerinin yapıldığı botanik bahçesinde geçiriyoruz.Belgesellerde gördüğümüz avını parça pinçik eden kaplan bir kuzu gibi oturmuş turistlerle fotoğraf çektirmeyi bekliyor.Ben hayvandır ne yapacağı belli olmaz felsefem gereği yine bir kaç metre uzağından durup gülümsüyorum objektife.Diğer tarafta tonlarca ağırlıktaki devasa yaratıklar hortumuyla gelip geçenin omuzuna dokunup muz dileniyor.Ben bu hayvanların belgesellerde izlediğim birbirini kovalayan,hırpalayan vahşi hallerini daha çok seviyorum sanırım.Ne kaplan benim bildiğim kaplan ne de timsah.Hepsi uyuşturucu verilmiş gibi yarı uyur vaziyette.Nerde kaldı ormanın krallığı , titrek ceylanların korkulu rüyası.Hele bir bebek fil var tam içler acısı.Annesi seyircilere sevimli görünmeye çalışırken o memesine yapışıp emme derdinde.Bir o tarafa yapışıyor bir bu tarafa.

Hayvan gösterileri bir tarafa botanik tek kelimeyle muhteşem.Böyle bir bitki örtüsüne ve çevre düzenlemesine rastlamadım hiç.Devasa parkın şahıs malı olması da enteresan.Bu kadar zevk sahibi olması takdire değer.Parkın her bir köşesi farklı sürprizler sunuyor.Son gün bu bahçe sayesinde olabilecek en güzel noktayı koyuyorum seyahatime.

Uzakdoğu’nun alışılagelmişin çok dışındaki havasını koklamak,bambaşka bir dünyada bir kaç renkli gün geçirmek isterseniz vizesiz THY direk uçuşlarıyla ulaşılabilecek Tayland kapılarını sonuna kadar açmış sizi bekliyor...





24 Nisan 2012 Salı

FAZIL SAY'A VEDA

Fazıl Say'ın hakkında açılan soruşturma sebebiyle  ülkeyi terk etme kararına ilişkin paylaşımını okuyunca gözlerime inanamadım.Dünyada sayılı sanatçılar arasında gösterilip saygı gören bir insan 2012 Türkiye'sinde 'Ateist'olduğu için soruşturmaya uğruyor.Türkiye için uluslararası arenada bir utanç kaynağı daha.Hiç vakit kaybetmeden bir çok yabancı gazetede bu soruşturmaya oldukça geniş yer verilmiş.Gittiği yerde kültürel ve sanatsal bir artı katarken muhtemel beyanatları ile Türkiye'yi yaralayacağı kesin.

Aslında şaşırmamak lazım.Güzel memleketimde neyin doğru neyin yanlış olduğu konusunda kantarın topuzu çoktan kaçtı.Sivas katliamında beraat eden çok inançlı! katiller için hayırlı olsun denilirken,Fazıl Say'ın kendi şahsi sosyal paylaşım sitesinde ateist olduğunu beyan etmesi halkı tahrik etmek olarak yorumlanıp soruşturma açılıyor.

Çocuk tecavüzcüleri adalet sisteminin adaletsiz boşluklarından faydalanıp , bütün suçu satılan bir kız kız çocuğunun rızasına! atıp aklanıveriyorlar.Sorsanız onlar da inançlıdır,allahtan korkuları tamdır.

Bu memlekette herkes inancını açıkça beyan etme hakkına sahip değil midir?İnanmak kadar inanmamak da kişisel bir tercihtir.Mevcut düzene muhalif olduğunu sürekli dile getiren Say'ı tanrıya inanmıyor olduğunu beyan ettiği için yargılamak,Sivas katliamında "allah allah"nidalarıyla diri diri insan yakanlara hedef göstermekten başka bir şey değildir.Bu durumda Fazıl Say'ı memleketi terk ediyor diye kim suçlayabilir.Ya da kim bu saatten sonra  ne  kendi canını , ne de kızının canını koruyabileceğinin garantisini verebilir?

Üzgünüm,öfkeliyim..Dahası yoldan geçen on kişiden dokuzunun giderse gitsin diyecek kadar umursamaz birer robota dönüştüğünün farkındayım.Kim bilir vatanı terk etmeye zorlanacak sıradaki muhalif  aydın,sanatçı ya da yazar kim ?

Yolun açık olsun ...

16 Nisan 2012 Pazartesi

DÖNÜŞEN OYUNCAKLAR

Evet itiraf ediyorum,60 yaşında olmasına karşın yıllardır zerre kadar değişmemesine,her daim ince uzun bacaklı-taş gibi olmasına,beline kadar uzanan sapsarı parlak saçlarına ve büyüleyici güzelliğine  gıcık oluyorum.


Bir tarafta da dünya yakışıklısı,atletik yapılı Ken'le aşna fişnesi eksik olmuyor.Gel de kıskanma!


Bu da yetmezmiş gibi bütün dünya çıldırmış gibi onu takip ediyor.Bu yıl karavanıyla  kampa mı gidecek yoksa tatilini Malibu'da süper lüks bir yazlıkta mı geçirecek?Prenses okuluna gitmesi mi daha heyecan verici yoksa bir pop starla yer değiştirip sahnelere sıçraması mı?Ken ile evlensin mi yoksa böyle takılsınlar mı?Yeni nesil çocuklar ikisini de bekar görmeyi tercih ediyorlar bu yüzden gelin Barbie satışları düşüyormuş.Hasbin allah , evliliğe karşı bir nesil yetişiyor haberimiz olsun!

Barbie'nin yeni sezon teması,bir karakterden diğerine dönüşebilen Barbie.Deniz kızı Barbie kuyruğundaki aparatı çıkartınca sörfçü Barbie'ye dönüşüyor.Çocuklar artık değişimin hızına ve modern çağın zorunlu getirisi gündelik hayat içindeki farklılaşmaya ayak uydurmaya oyuncaklarla oynadığı dönemde başlıyorlar.

Her birimiz aslında gün içinde pek çok kez "dönüşen" bedenler oluyoruz.Eteğimde sallanan bir denizkızı kuyruğundan bahsetmiyorum tabi ama her sabah işe ayağımda spor ayakkabılar ve dağınık bir topuzla spor salonundan çıkmış gibi gelip,beş on dakika içinde normal iş moduna girdiğimi söyleyebilirim.Ya da aynı şekilde işten çıkmadan bir kaç dakika önce topuklu ayakkabılarımı babetlerle değiştirip iş modundan Beyoğlu moduna hızlı bir geçiş yaptığımı da..Biz İstanbul'lu kadınların dönüşümlerini yanında Barbie'nin dönüşümlerinin lafı mı olur.

12 Nisan 2012 Perşembe

KUPA KIZI

Zamanın eli değdi bize
Çoktan değişti her şey
Aynı değiliz ikimiz de
Zaaflarına bir gece
Hatalarına bir nilüfer
Sevgisizliğine bir kalp verdim
Artık geri ver
Geri veremezsin aldıklarını
Artık geri ver
Geri verilmez hiçbir yanılgı
Yokluğuma emanet et
Sende benden kalanları
Her şeyi al
Bana beni geri ver
Bir şansım olsun
Başka yer, başka zaman
Sensiz ömrüm olsun ...

Murathan Mungan'ın bu güzel şiirinin melodilere dökülmüş halini ilk seninle dinledim. Günün birinde Müslüm Gürses'den bir şarkıyı defalarca dinlenip hüzünleniyor olacağım aklımın ucundan bile geçmezdi üstelik. Şimdi her duyduğumda dünyanın neresinde olursam olayım ve sen nerede olursan ol koşarak gelip sana sıkı sıkıya sarılmak ve gözlerimden yaşlar fışkırırcasına ağlamak geliyor içimden. Ağlamak insanın en korunmasız en çıplak hali çünkü. Ben sadece senin yanında gerçek anlamıyla çıplak kaldım. Bu belki de dünyada sahip olunabilecek en büyük hediye! İçinde, yüreğinin taa derinlerinde , ruhunda ve hatta bedeninde gizleyecek hiç bir şeyinin olmaması. Biriyle her şeyi hiç bir virgül, nokta koymadan, kafasında soru işaretleri ya da ünlemler oluşmayacağına adın gibi emin olarak paylaşabilmek. Paylaşarak yükünü, acını hafifletmek. Heyecanını , sevincini misli misli katlıyor olmak. Bu yüzden sana gelirken içimde hep çocuksu bir telaş, yanından ayrılırken her yanımı kaplayan tarifsiz bir arınmışlık duygusu...

Sana bahsettiğim sürpriz her zamanki çöpçü alışkanlığımla biriktirdiğim eski mektuplar ve dokümanlarda saklıydı. Henüz hayata, aşka ve bin bir türlü maceraya aç birer kız çocuğuyken bana Almanya'dan yazdığın mektuplarda...Ve paha biçilemez bir A4 kağıdına aktardığın beni ilk gördüğündeki izlenimlerin. Bu bir proje konusuymuş senin için, birini seçip onu tanımlamak. Bu kağıt benim için çok kıymetli, evimin en mahrem köşesinde saklıyorum yıllardır. Çünkü sen beni seçmiş ve hayatımda duyduğum duyacağım en içten, en sevgi dolu sözcüklerle betimlemişsin. Bundan daha büyük mutluluk olur mu? İşte bu benim aldığım en güzel hediye. Paris'e ilk gidişinde büyük sarı bir zarfın içinde turistlerden birinin seninle paylaştığı bir Paris haritasını gönderip not düşmüşsün : "Sen de hayal ettiğin bu güzel şehirde olsan ne güzel olurdu ". Sonradan çok kereler gittim geldim ama hiç biri birlikte olduğumuz seyahatler kadar tatlı gelmedi. Kim bilir belki günü birinde mektuplarında detaylıca anlattığın Champs Elysee de beraberce yürüyüp, ılık bahar havasını içimize çekeriz derin derin..İşte o mektupların her bir satırında bir kez daha  emin oldum beni ömrünce çok seveceğine.

Sana seçtiğim başlık "Kupa Kızı". Sevginin, tutkunun ve aşkın sembolü kupa. Nice aşklar geldi geçti başından. Kimini karşılıksız sevdin körü körüne, kimi ise seni sevdi ölürcesine. Önemli olan tek bir şey vardı senin için kimin ne olduğu, neyi ne kadar hak ettiği değil, sana nasıl hissettirdiği. Sen daima vermek istediğin kadar verdin, karşındaki ise almak istediği kadarını aldı. Öyle engin öyle dopdoluydu ki kalbin bazen beni anlamıyorlar diye hayıflandın, çok kereler haksızlık ettin kendine. Oysa ben senin kadar güçlü ve ne istediğini bilen birine rastlamadım hiç. Bu yüzden bütün hayallerinin gerçekleşeceğine dair en ufak bir tereddüdüm bile yok.


Düşlediğin gibi bahçende koşturan çocukların ve kocaman bir ailen olmalı senin. Sabrını ve sevgini hak edecek boy boy evlatlar, ellerine dokunduğunda içini titretecek bir sevgili ve pek tabi ki bu fotoğrafı tamamlayacak üç kadim dost...Büyük insanların , büyük kararların ve devasa yaşanmışlıkların arasında küçük ve yalın bir liman bütün istediğin.

Yaşadığım sürece , elimin uzanabildiği her yerde seninleyim. Bundan sonra sahip olacağın bir değil binlerce şansı yakalarken yüzündeki gülümsemeyi gören ilk kişi olabilmek ve mutlu olduğun her ana şahitlik edebilmek için...

9 Nisan 2012 Pazartesi

YAŞ(lan)IYORUM

Bir kaç gün önce annem asansörün aynasına yapışıp kaşlarımı kaldırdığımı görünce "yaşlanmaktan mı korkuyorsun"diye sordu.Otuzlu yaşlarında bir kadının suratına tokat gibi çarpan bir soru.Yoo dedim ,öylesine baktım işte bir türlü boyatmaya kıyamadığım saçlarımdaki aklar,gülümsediğimde gözlerimin etrafında oluşmaya başlayan çizgiler mi korkutacakmış beni?


Ne kadar yaşlanmış olduğumdan daha çok neler yaşamış ve neler yaşatmış olduğumu düşünüyorum.Hayatımdaki önceliklere yeterince özen gösterip gösteremediğimi,iş ve özel hayat arasındaki dengeyi koruyup koruyamadığımı,başkalarıyla birlikte kendimi de mutlu edip edemediğimi sorguluyorum.


Çocukluk hayallerimin pek çoğunun gerçekleşmiş olmasını,farklı memleketler görüp,yeni kültürlerle,yeni yüzlerle tanışabilme şansına sahip olmayı , farklı dil ,din ve ırktan insanları tüm ön yargılardan bağımsız olarak sevebilmeyi ve hepsinden öte iyi bir dost,vefalı bir evlat , şefkatli bir anne ve keyifli bir hayat arkadaşı olmayı önemsiyorum.


Yüzümde belirginleşmeye başlayan çizgiler mi?Leyla Umar'ın dediği gibi onlar gelecekte daha da derinleşecek ve her bir yaşanmışlığın ,tatlı bir anının yüzümdeki izleri olacak.Üstelik şimdilik telaşa kapılmak için çok erken.


Vakit varken dolu dolu yaşayıp,yaşlanıyor olduğuna hayıflanmamak ve her yaşın "güzeli" olmak lazım.Pek tabi ki bir kadın otuzlu ,kırklı  yaşlarında da güzel olabilir.Kırka gelip ille de yirmiliklerle aşık atmaya çalıştığımızdan bütün mutsuzluğumuz...Yirmi yaşında göstermeye uğraştığı her halinden belli dünya güzeli bir kırklık olmaktansa yaşını gösteren "orta yaşlı " hoş bir kadın olmayı yeğliyorum sanırım.Bu yüzden gönül rahatlığıyla söyleyebilirim ki yaşlanmaktan korkmuyorum çünkü pişmanlıklardan uzak,bir gün öleceğimi bilerek yaşıyorum!