6 Haziran 2012 Çarşamba

KAHVENİZİ NASIL ALIRDINIZ?


Orta ya da şekerli demeyin, nasıl olsa adada tüm kahveler sadeye yakın geliyor. Israr edip ikinci kez şansınızı da denemeyin sonuç değişmiyor. Varsın adanın da tek kusuru bu olsun. İyisi mi fincanın içini boş verip envai çeşit antika fincanın büyülü güzelliğine ortak olalım.

Kahvenizi nasıl alırdınız?
 
Yüz yaşını devirmiş altın varaklı bir fincanda mı yoksa çiçeklerle bezeli ayaklı bir çin porseleninde mi?

Bozcaada'ya iner inmez soluğu Kaikias'ın huzur dolu terasında alıyoruz. Handan Hanım her zamanki gibi sıcacık bir gülümsemeyle karşılıyor bizi. Bir otel sahibesinden çok dostlarını bekleyen kadim bir dost gibi...

Yol yorgunluğuydu , kahvaltıydı derken otelin hemen yanı başında kapısını aralamış antikacıya takılıyor gözüm. Eskilere olan merakım malumunuz. İçeriye bir göz atıp çıkmak istiyorum. Ufuk Bey içeriyi derleyip toplamaya nadide parçaları gün ışığına çıkartmaya yeni başlamış. Bir taraftan eşyaları ordan oraya taşırken bir yandan da içerisi kötü kokuyor değil mi diye hayıflanıyor. Oysa benim aldığım tek koku rutubete karışmış ahşap ve toprak kokusu. Ben meraklı gözlerle acaba içeride ne var ne yok, kim bilir hangi hazineler saklı diye düşünürken hoş bir sohbete başlıyoruz. Her bir nesneye dokunup hikayesini dinlemeye can atarken ne kadar da güzel bir iş yapıyorsunuz diye imrendiğimi belirtiyorum. Yok diyor,a slında hiç de öyle değil...İnanın insan çok sevdiği bir şey de olsa para kazanma amacıyla yapıyorsa artık eskisi kadar keyifli olmuyor. Sizin sadece beğeninize göre değerlendirdiğiniz objeleri ben satar satmaz diye ayırıyorum.

Beklediğim yanıt olmasa da biraz daha dinledikten sonra hak veriyorum. Hangi işin içine ticari kaygılar girse o işten alınan keyif oracıkta sonlanıveriyor demek ki.


Merakımı fark ettiğinden olsa gerek nezaketle eski kartpostalları, gazeteleri gösteriyor. Bu yıl dokümandan çok porselen geçmiş eline. Yarın uğrarsanız çok parça olur diyor. Derken ahşap bir kutuyu gösterip bunu da vakti zamanında almışım şimdi çiçek eksem ayıp olur, satmaya kalksam kimse almaz üstelik moral bozucu en iyisi ortalıktan kaldırmak diyor. Ben kutunun üzerindeki paslı haçı görene kadar bunun bir bebek tabutu olduğunu anlayamıyorum. Bir anda tüylerim diken diken oluyor. Küçük bir teselli olur belki diyerek buraya kadar geldiğine göre belli ki kullanılmamış diyorum. Lakin bir insan neden evinde onlarca yıl boyunca bir bebek tabutu saklayıp günün birinde eskiciye satar anlamak zor. İşte bu yüzden seviyorum antikacıları. Umulmadık bir eşyadan umulmadık bir bir türlü hikaye çıkıyor.

Tabuttan eski kartpostallara ve gazetelere geçiyoruz. 1902 basımı orijinal bir "Le Petit Journal" var karşımda, inanılmaz derecede iyi korunmuş. Sayfalarında bir tek kırışıklık bile yok. Gidip gelip bakıyorum ve en sonunda da almaya karar veriyorum. Fakat üzerimde para yok. Parasını verince alırım - alın sonra verirsiniz sorunsalinden sonra antikacıdan veresiye alış veriş yaparak tarihe ismimi altın harflerle yazdırıyorum :)

Ertesi gün yine ilk işim yeni açılan paketleri görmek için Ufuk Bey'in yanına uğramak oluyor. Bu defa raflar ve masa üstleri çeşit türlü porselenlerle dolu. Kimi fincan takımdan geriye kalan tek parça olmanın gururuyla gülümserken kimi tabaklar da yapayalnız kalmanın hüznüyle bakıyor gibi yüzüme. Kim bilir kimin çeyiziydi, kimlerin sohbetine kulak misafiri oldu diye düşünürken yine merakımı bastıramayıp soruyorum. Yahu kim aile yadigarı yemek takımlarını, kartpostalları satar!


Resim yazısı ekle

Genelde yaşlı insanlar ölünce kimi kimsesi yoksa ya da yakınları hatıralara duyarsızsa evi boşaltmak için çağırıp ne var ne yoksa inceletip satıyorlarmış. İçim burkuldu bir an. Bir şekilde halen yaşamıyor olsa da birilerinin mahremine dokunma duygusu...

Mahrem demişken, günün birinde Ufuk Bey'in eline bir günlük geçmiş. Hem okudum hem utandım diye anlattı. Yaşlı bir adam sahilde bir tekneye vurulmuş, günlerce betimlemiş durmuş. Parası yetmediği için alamıyor olmaktan şikayet etmiş. Yol yöntem aramış, öte beriyi satsam demiş yine olmamış. Derken bir gün bakmış ki tekne birine satılıvermiş...Mutsuz biten bir aşk hikayesi gibi. Ufuk bey hem merakımdan okudum hem de içten içe utandım diyor. Öyle ya kim günlüğünü günün birinde okunacağını düşünerek yazar. Bir senaristin çok ilgisini çekmiş günlük hemen satın almış. Belki bir gün Bozcaada'yı süsleyen bir antikacının rafında bekleyen hikaye bir dizide ya da bir filmde karşımıza çıkıverir,kim bilir...


1 yorum:

  1. Sevgili Aslı, yine güzel satırlar. Ellerine, yüreğine sağlık...

    YanıtlaSil