5 Ocak 2015 Pazartesi

OLMAZ


Bugün yine pencerenin önünden geçtim. Yanından , yamacından öylece geçip giderken her zamanki gibi içim cız etti. Bu defa daha derin bir sızıyla kaplandı her yanım. Perdeler kapalıydı. O an fark ettim ki bir başkasının hayalini gerçekleştirmiştin, seni ne kadar düşlediğimi bilmeden...Oysa benim olmuş olsan seni dört duvar arasına hapsetmez, olabildiğince özgür ol diye pencerelere perde bile takmazdım. Sabahları denizden yansıyan gün ışığıyla doldurup içini, geceleri de yıldızları yakar bütün lambaları söndürürdüm. Öyle romantik, sarmaş dolaş geçinip giderdik. Kıskandım bu defa. Belki de ilk kez. Ama ne diyorduk; "Başkasının tabağındaki lokmaya el sürmemelisin." İşte bu yüzden hiç içimden gelmese de sağlıkla afiyetle oturun dedim. Mutlu çok mutlu günleriniz olsun. Nazarım değmesin.

Yine de aleni bir gerçekti ki, sahip olamayanın verdiği kıymet bir başkadır. Belki de sırf bu yüzden kavuşmuş olsak bu kadar kıymete binmezdin. Şu yazıyı bile yazmazdım muhtemelen. Ah ahh diye iç geçirip yolum Sarıyer tarafına düştüğünde rotayı değiştirip her sefer uzaktan halini hatırını sormayı düşünmezdim.

Seni ilk gördüğümde başın bağlı değildi henüz. Uzun süre de bekledin. Sessiz ıssız bir halin vardı. Bazen beni bekliyor diye geçirirdim içimden. Demek ki kimseler beğenip de almamış, bir kusuru eksiği vardır, uğursuzdur belki diye düşünmedim hiç. Çünkü ben seni içini bile bilmeden, eski püsküne, karanlık köşelerine, hatta sevimsiz duvarlarına aldırmadan sevdim. Ben bir hayal kurdum, sen onu bütünledin. Orada olduğun yerde bir başınaydın. Çok eski ve bakımsız olduğun, muhtemelen içinde ciddi bir tadilat gerektiği aşikardı. İçini hiç görmedim ama razıydım işte. Hani o çok sevip de her halini kabullenme hali var ya işte tam da öyle bir şeydi. İlk görüşte vurulduğum, ahşap geniş pencerenin kenarında oturup, üstüme bir battaniye çekip, karşı kıyıya baksam yeterdi. Arka odalar, mutfağın döküntüsü, banyonun tesisatın fecaat durumu kimin umurunda olurdu. Sırtımı sana yaslasam, önümde alabildiğine huzur ve sonsuzluk uzanırdı. Mutlu olmak için üç mt2 yeter de artardı.

Öyle platonik bir sevdaydı benimki.  Ben sana kavuşmuş olsam, muhtemelen bir sürü kişi mutsuz olacaktı.  Kimseyi incitmeden, az biraz bencillik yaparak kavuşsak olmaz mıydı? Olmazdı. Koskoca İstanbul. Herkes dört bir yana dağılsa, akşam evde buluşabilene aşk olsun. Biri işe gidemez, biri okulunu değiştiremez, birine göre büyük odalar lazım. Diğerine göre yedek bir oda daha. Yüz yıllık tesisatla uğraşılmaz, eşyalar eve sığmaz. Toplu taşıma kullanılmaz. Olmaz da olmaz işte. Gel bu sevdadan vazgeç paşa gönlüm deyip oturdum aşağı.

Mahallenden geçip, yüzünü görmeme müsaade etmeyen perdelere bakıp öylece geçip gittim. Kış güneşi göz bebeklerimi okşadı. Radyoyu kapattım. Denizi ve şehrin çeşit türlü sesini dinlemek istedim. Sevdiğini başkasına kaptırmış ergenler gibi asıktı suratım. Sahil yolundan süzüldüm, bir de baktım ki karşı tepede bir kale. Rumelihisarı'na kadar gelmişim farkında olmadan. Yoros kalesini hiç bu açıdan görmemiştim. Ne tuhaf. Üçüncü köprünün ayakları iyice büyümüş, gökyüzüne değip, delip geçecek kadar korkunç görünüyordu. Sanki yerden yukarıya doğru değil de, klişe Amerikan filmlerindeki gibi uzaydan yere inmiş canavarların ayakları gibi. Haliyle gözlerim bir kurtarıcı olarak bir Tom Cruise, bir Robert Downey JR aradı ama etrafta balıkçı Kenan ve yolları süpüren yaşlı amcadan başka kimse yoktu. Derlenip toparlanıp geri dönerken teselli olsun diye sağa sola baktım. Ne de güzel evler vardı. Cumbaları daha süslü görünsün diye iki ayrı renge boyanmış, tertemiz yenilenmiş eski evler. Bazılarının kapılarında inşa edildikleri tarihi gösteren tabelalar, bazılarında üç dört merdivenle çıkılan yüksek koskocaman kapılar... Yine de benim gönlümde yatan, kilisenin bahçesine komşu, küçük, iki katlı döküntü olan. Gönül ferman dinlemiyor işte.

Şimdi sen benim olmadın ya ben seni ömrümce unutamam. Yine bir bahane yaratır arada uğrar, bir selam verir sessiz sedasız teğet geçer giderim kapının önünden...

1 yorum: