2 Nisan 2015 Perşembe

ADAYA BEŞ KALA / MİDİLLİ



Şiire, aşka ve ölüme inanıyorum demişti şair. Tıpkı onun gibi...

Şiir, aşk ve ölüm gerçekti. Peki ya acı bu kadar dayanılamaz olabilir miydi? Cenazeyi düşündü. Tahta bir tabutta, yeşile bürülü olarak getirip mermere yatıracaklardı. Yazın kavurucu sıcağında bedeni de mermer kadar soğuk ve taş kesilmiş olacaktı. Buna dayanması ne zordu. Ellerini uzatsa,  dokunabileceği onlarca çığlığa şahitlik etmiş bir parça dokuma bezden fazlası olmayacaktı. Kucaklayıp sarılsa tahta bir kutudan başkası doldurmayacaktı kollarındaki boşluğu. Ne kokusu olacaktı artık ne de sıcaklığı. Gidiyordu, gitmişti!

Bütün avlu siyaha bürünmüş insanlarla dolup taşacaktı. Sahi siyah mıydı acının rengi? Aslında acı şeffaf, su gibi apaktı. Bu yüzden gözünü çevirdiği her yerdeydi. Baktığı her  nesnenin rengine bürülüydü. Büyük, saydam, her ortamı bütünüyle kaplayan transparan bir jöle kıvamındaydı. Ne yöne kaçsa, karşısına kim çıksa acı oracıkta peyda oluyordu.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder