27 Mart 2012 Salı

İSTANBUL'DA BAHAR




Mart ayının sonuna geldik.Havaların ısınıp , mevsimin bahara dönme vaktine çok az kaldı.Bütün bir kış kardan soğuktan tıkıldığımız evlerimizden çıkıp İstanbul’un tadını çıkartmanın vakti geliyor.Ne mutlu!Bu bahar yapılacaklar listem hazır.Listenin en başında kendime ve dostlarıma birer müze kart satın almak yer alıyor.Mis gibi bahar havasında sarayların lalelerle süslü bahçelerinde keyifli bir yürüyüş yapmadan , tarihi mekanları ziyaret edip çocuklara kültür sanat sevgisi aşılamadan olmaz.

Avrupa’da şehirleri gezmeden önce elime geçen rehberlerde “ 3 günde Roma” ya da “ 2 günde Paris” temalı pratik gezi notları oluyor.Ben de bir kaç hafta sonu yararlanmak üzere pratik ve keyifli bir güzergah çiziyorum,söylemesi benden , tadını çıkartması sizden.

İstanbul deyince ilk akla gelen tarihi yarımada ve içinde barındırdığı , keşfedilmeyi bekleyen onlarca mekan.Bu yüzden ilk gün için planım Sultanahmet.

Sabah güne Sultanahmet Divan Yolu üzerindeki minik pastane Çiğdem’de başlamak gibisi yok.Küçüktür,eskidir ama böreklerinin tadına diyecek yoktur.Uzun ve yorucu geçecek güne buradan iyi bir başlangıç olamaz.Tabi güne erken başlıyor olmak çok önemli.Yoksa kalabalık insan yığınları ile köşe kapmaca oynamak zorunda kalmak kaçınılmaz olabilir.

Sıkı bir kahvaltının ardından ilk durak Aya Sophia müzesi.Defalarca gitmeme karşın her gittiğimde beni büyüleyen , duvarlarına dokunduğumda yüzlerce yıl öncesinden yükselen ilahileri duyar gibi olduğum eşsiz mekan.Ardından Topkapı’nın ön bahçesinden geçip Aya İrini’yi selamlayıp bugünlerde pek de meşhur olan haremligi ve kutsal emanetleri ziyaret etmek.Bir kaç saat  önce Aya Sophia’da hayal edilen ilahilerin yerini kutsal emanetler bölümünde ara verilmeksizin okunan Kuran’ın alması.Mistik ve heyecan verici bir deneyim.Sarayın Boğaz çıkısına bakan ,Süleyman’ın iki elini balkon mermerlerine dayayarak düşüncelere daldığı terastan kız kulesini ve “körler ülkesi”  Kadıköy’ü selamlamak.
Topkapı Sarayı
Geri dönerken sarayın bahçesinden Gülhane Parkının kara tarafındaki kapısına uzanan ara sokaktan geçip , sağ kolda bekleyen Arkeoloji müzesini ziyaret etmek.Tabi ki öncesinde bahçede camekanla kaplı kafeteryada birer orta şekerli yorgunluk kahvesi içmek lazım.Burası sadece arkeoloji müzesi değil,içinde çini ve etnografya müzelerini de barındırıyor.Bu müzeden çıkışta bünyeler yorgun , karınlar aç olacağından soluğu Tarihi Sultanahmet Köftecisinde alıp köfte piyaz menüsünü ılık irmik helvası ile taçlandırmak en güzeli.

Yemeğin de verdiği rehaveti atmak için Divan Yolu caddesi boyunca yürüyüp Yerebatan sarnıcını da bir ziyaret etmeden olmaz.Nemli,puslu,loş bir sarnıç.Sarnıcın sığ sularının üzerine kurulmuş ahşap iskele boyu yürüyüp bin yıldır olduğu yerde yatan medusa başına bakınca tüyleri diken diken oluyor insanın.

Sarnıçtan çıkınca,ver elini  Mısır Çarşısı.Rengarenk baharatlar,çeşit türlü şekerlemeler ,lokumlar insanın iştahını açan masal diyarı gibi bir çarşı.Turistleri sekiz lisanda selamlayıp dükkanlara sokmak için kollarından çekiştiren şark kurnazları da olmasa iyi olur ama yapacak bir şey yok.Yüksek sesle türkçe konuşmak çarşıdan tek parça kurtulmak için bire bir.
Mısır Çarşısı
İkici gün için güzergahım İstanbul’un kalbinin attığı Beyoğlu ve Üsküdar açıklarında salınan Kız kulesi.

Sabah erken saatlerde Sultanahmet meydanından kalkan kırmızı,üstü açık,hep bakıp imrendiğimiz ama bir türlü İstanbul’da turist olmaya cesaret edemediğimiz otobüslerden birine atlayıp Taksim durağında inmek hem vakit kazanmak hem de ayrı bir program yapmadan surlar boyunca şehri izlemek için biçilmiş kaftan.

Taksim meydanından İstiklal caddesi boyunca sürüklenip,sağda solda dizilmiş sanat galerine girip çıkmadan İstanbul’u tam anlamıyla keşfetmiş sayılmaz insan.Çiçek pasajı ve balık pazarının da rengarenk büyüsüne kapılmak,ufak tefek alış veriş yapmak ve hatta buradaki küçük dükkanlarda kokoreç,midye yiyip mideye de bayram ettirmek lazım.Tüneldeki geçitteki kafelerden herhangi birinde bir şeyler içip,kitap okumak ve hayatın olağanca hızıyla akıp gittiği Beyoğlu’nda hayatı yavaşlatmanın keyfini sürmek..

Öğleden sonra Kabataş’a inip küçük motorlarla Kız kulesine geçip kulenin tepesinde , eşsiz boğaz manzarasına karşı bir kaç kadeh bir şeyler içmek ve denizin ortasında Üsküdar’dan,saray burnundan yayılan mis gibi bahar havasını koklamak.

Üçüncü gün Boğaz’ın tadını doyasıya çıkartma günüm.

Sabah erken saatlerde Emirgan’da denizden esen ılık rüzgarın eşliğinde zengin bir kahvaltının ardından ikinci köprünün altından geçip Boğaziçi köprüsüne kadar ağır ağır yürümek...Ortaköy meydanında yorgunluk atıp sahil kenarında onlarca fotoğraf çekip, köprüyü,Ortaköy Camisini ve kız kulesini görüntülemek.
Emirgan

Öğleden sonrayı Dolmabahçe sarayı ve yine boğaz hattında bulunan İstanbul Modern Müzesinde geçirip aynı gün geleneksel ve modern sanatların hazzını bir arada yaşamak.

Dördüncü gün Prens adaları günü..

Bu  maddeyi son bir kaç yıldır ada diye tutturmama karşın bir türlü organize edip gidemediğim için kendime bir serzeniş olsun diye ekliyorum.Sirkeci’den kalkan ada vapuru ile püfür püfür bir yolcuk sonrası Büyükada’da geçirilecek bütün bir gün!

Malum koskoca İstanbul dört güne sığmıyor,vakit yaratır,farklı zamanlarda gezerim derseniz seçenekler çok daha fazla.



Polonezköy’de şahane bir piknik,Belgrad ormanlarında keyifli bir yürüyüş,kavaklarda rakı&balık keyfi,Santral İstanbul,Koç Müzesi,Harbiye Askeri Müzesi,Sabancı Müzesi de sizi bekleyen alternatif rotalardan sadece bir kaçı...





Hiç yorum yok:

Yorum Gönder