20 Ocak 2011 Perşembe

İSTANBUL AŞIĞI BİR LEZZET USTASI:EMMANUEL LAUQUIN



Tanışalı tam 12 yıl olmuş.Onu ilk gördüğümde bir bayram sabahı Kalyon Otelde mutfak  personeliyle  bayramlaşmaktaydı.İkram ettiğimiz lokumdan ayıp olmasın diye ufacık bır parçayı tadacak kadar nazik ve  sempatikti. Zaman içinde önce çok iyi iki dost sonrasında kardeş olduk. Bunca yıllık geçmişimize rağmen bu sohbeti yaparken, sizlerle paylaşacak olmaktan dolayı tatlı bir gerginlik yaşıyorum. Sanki onca yıldır ilk kez soru soruyorum ona, ilk kez bu kadar merakla dinliyorum yanıtlarını. Bir taraftan da en ufak bır detayı bile atlamamak için deli gibi notlar alıyorum, yanımdan hiç ayırmadığım seyahat  defterime...Manu'yu mutfakta çalışırken izlemek müthiş bir hayranlık uyandırıyor, yemeğe duyduğum aşktan mıdır yoksa onun işini bu kadar aşkla yapıyor olmasından mıdır bilmiyorum. Yalnızca lezzet değil aynı zamanda müthiş bir senkronizasyon ustası. Bana mutfak işlerinin el becerisi kadar zeka da gerektirdiğini o öğretti. Bir sürü malzemeyi  farklı şekillerde pişirip, aynı anda tabakta buluşturabilmek onun için abra kadabra demek kadar kolay .
Öğlen servisinden hemen sonra Chateau Des Cours dayız. Ben her zamanki gibi  bir kaç fotoğraf çekerek başlamak istiyorum. Salonun duvarlarını süsleyen  tablolar muhteşem, Eric Dumont kendi galerisinden tabloları restaurantın duvarlarına asarak hem yemeğe gelenlere görsel bir şölen sunuyor hem de eserleri satış için görücüye çıkartmış oluyor.
Fotoğraflamak istediğim diğer bir özel mekan da şüphesiz şarap ve şampanyaların muhafaza edildiği mahzen. Gizemli,olduğu kadar da büyüleyici. Raflar Bordeaux,Burgognion ve alabildiğine şampanya dolu. Burdan hiç çıkmak istemiyorum!



Nihayet tüm konuklar gidiyor ve işte Manu'yu mutfaktan çıkartıp sohbete başlıyoruz.

A.Y : Aşçı olma fikri ne zaman oluşmaya başladı? Hep merak ederim, acaba bu seçim kaç yaşlarında yapılıyor? Çocuklara sorulduğunda hep mühendis –doktor gibi  meslekler telafuz ederler, aşçı olmak isteyen bir çocuğa rastlamadım henüz.

E.L: Ben kendimi bildim bileli bu mesleği yapacağımı biliyordum. Mutfakla ilgilenmeye başlamam yaklaşık 3 yaslarıma denk geliyor. Sonrasında da fikrim hiç değişmedi, mutfakla büyüdüm ve eğitimimi ona göre şekillendirdim.

AY: 3 yaş,gercekten inanılmaz,demek o yaslarda aslında mesleki yönelim baslıyor oysa biz Turkıye de ancak 18 yasında genclerden ne olmak ıstedıklerı konusunda yön cızmelerını beklıyoruz.Tabı bu da cogu zaman ne ıstedıklerı ıle degıl ÖSS dekı basarılarına gore sekıllenıyor.

E.L: Evet ben de 4-5 yıl Turkıye de yasadım,sizin sistemleriniz ile bizimkiler cok farklı.Sizde aşçılık meslek olarak gorulmuyor pek ,personel genelde cekırdekten yetişme.

AY:Biz alaylı dıyoruz , aslında evet bızde ascılık okulları yenı yenı talep gormeye basladı.Oncesınde bır Bolu vardı o kadar ,şimdi ise uluslararası eğitim veren okullar var.Peki öğrenim ne şekilde ilerledi ?

E.L: Lisede aşçılık okudum , okulu bıtırır bıtırmez Paris'te çalışmaya basladım.Sonrasında L’appart da yardımcı şefliğe yukseldım.İstanbul maceram da L’appart ile basladı zaten.

A.Y : İstanbul’a L’appartın şefi olarak mı geldiniz?

E.L: O donemde L’appart Nişantasında bir restaurant acmak istiyordu bana yardımcı sef olarak orada calısmam teklıf edıldı.Acıkcası daha once ıstanbul a hıc gelmemıs olmama ragmen bu fıkır bana cok sıcak geldı ve kabul ettım.

A.Y: Pekı ya sonrası , L’appart su anda halen acık degıl bıldıgım kadarıyla.

E.L: Malesef işler pek umuldugu gibi gitmedi.Türk insanı fransız mutfagına karsı İtalyan ya da uzakdogu mutfagına oldugu kadar yakın degıller.İstanbul cok kozmopolıt bır sehır olmasına ragmen Fransız restaurantlarının iş yapabılme potansıyelı cok az.Tabı bunu yaşayarak öğreniyorsunuz..Bir sure sonra L’appart kapandı .

A.Y: Siz L’appartın kapanmasının ardından ulkenıze gerı donmeyı dusunmedınız mı?

E.L: Kesınlıkle dusunmedım,İstanbul'u ve Turk ınsanını cok sevdım.Turkce kurslarına da gıdıyordum,hazır gelmısken bır sure daha kalmalıyım dıye dusundum.Su anda Istanbul'da ayakta kalabılen en ıyı Fransız Restaurantlarından bırı olan La Maison a şef olarak geçtim .Ardından da Kalyon Otel de mutfak şefi olarak çalıştım.

A.Y: Muhteşem bir kariyer.Peki ya İstanbul da yaşamak zor gelmedi mi ?

E:L İstanbul çok güzel bir şehir çok hareketli , canlı bir şehir.Burada yaşamayı sevdiğim ıcın kalmaya devam ettım, geri dönmeyi hiç düşünmedim.

A.Y:Peki İstanbul u bu kadar seviyorken sizi dogdugunuz kasabaya geri döndüren ne oldu?

E.L : Yemek yapmaya ilk başladıgımdan beri hayalim kendi restaurantımı açmaktı.Kalyon da çalıştıgım dönemde böyle bir fırsat çıktı karşıma.Babam bir gün arayıp Troyes da devir bir restaurant oldugunu soyledı ve işte şimdi 5 senedir burdayız.Aslında esas amacım İstanbul da bir yer açmaktı , bunun ıcın bır kac yer baktık,arastırma yaptık ama su bır gercek kı bır yabancı olarak bazı formalıtelerle ugrasmak cok zor.Chateau Des cours fırsatı cıkınca hıc dusunmeden buraya gelıp burda çalışmaya basladım.

A.Y Fransızların ve Türklerin yemek yeme alıskanlarında ne gibi farklar var ?

E.L: Çok farklı bir tarz var tabi ama ilk aklıma gelen fransızlar yemekleri sıralı olarak yer Türkler ise tüm yemekleri aynı anda sofraya koyup hepsini birlikte yerler.Aslında sizin tarzınız bence daha guzel .sofrada bır kac çeşit  varsa doymadan hepsının tadına bakabılıyorsunuz.

A.Y:Peki Türk mutfağında en sevdiğiniz yemek nedir?

E.L : Sevdiğim çok yemek var Türk yemekleri gerçekten cok lezzetli.Ekşili köfte ve mantı cok severım mesela.Bir de börekleriniz çok güzel.Bizde börek yerine farklı hamur işleri var ama börege benzer bir yemegımız yok .

A.Y:Ve son olarak en çok neleri özlüyorsunuz İstanbul'a dair?

E.L: Tabi ki sıcakkanlı insanları ve dostlarımı.

Sonsuz sevgi ve teşekkürlerimle -- Troyes / Aralık 2010











Hiç yorum yok:

Yorum Gönder