19 Eylül 2011 Pazartesi

J'ADORE PARIS




Paris'e son gidişimin üzerinden on ay geçmiş. O kadar burnumda tütüyor ki anlatamam. Bir fırsat bulup iki gün için bile olsa kaçıp gidesim var.

Sabah küçük cafelerden birinde 'la vie en rose 'eşliğinde kahvemi yudumlayıp, çikolatalı croissantımı afiyetle yedikten sonra başlasam eski dostumu ziyarete. Louvre Müzesine gidip tekrardan merhaba desem Mona Lisa'ya ve gezmeye fırsat bulamadığım tüm salonları didik didik etsem. Champs Elysees'de şık bir restaurantta kalori hesabı yapmadan şahane bir öğle yemeği yiyip, cadde boyu yürüsem umarsızca. Şehrin iki yakasını buluşturan süslü köprülerden geçip öylece uzansam Eiffel'in altında. Uçsuz bucaksız gibi görünen kulenin tepesine bakıp, yattığım yerden şarkılar mırıldansam - kimse duymasa...

Geceyi Eiffel'e komşu bir otelde geçirsem, yüksek tavanlı odamda perdeleri açsam sonuna kadar. Kulenin ışıkları aydınlatsa odamı ve Paris'le koyun koyuna dalsam rüyalara.


Ertesi gün bir batobus'e atlayıp Seine nehri boyunca salınsam ağır ağır..Yağmur yağsa üzerime , ürpersem hafiften ve nemli gözlerle baksam Paris'e.

Notre Dame'da mum yakıp dilek dilesem,arka fonda  'Belle' çalıyor olsa ve ben mırıldanarak eşlik etsem -  kimse duymasa..
Akşamüstü Montmartre'a çıkıp Amelie ve Nino'nun buluştuğu yerde beklesem sessizce.Sacre Coeur'un bembeyaz merdivenlerinden el sallasalar gülümseyerek,yine gelmeye yine buluşmaya söz vererek vedalaşsak.


Ve İstanbul'a dönmeden önce kadehimi sağlığa kaldırıp defalarca , sarhoş olsam Paris'in kollarında-kimse bilmese..

  


1 yorum: